Münih: Aşık olduğum şehir (Bölüm 4)

Devam edelim efendim. Bir uyarı yapmak istiyorum. Bu yazı Münih'te sadece 2 hafta iş ağırlıklı ama yarı turist havasında gezip tozmaların sonucudur. Ufak hatalar olabilir.
Neyse, bu sokağa U4, U5 gibi metrolarla Max Weber Strasse'de inerek doğrudan ulaşabilirsiniz. İsterseniz bir ara şu siteyide bir inceleyin.
Maximilian strasse'nin girişinde Maximilian II'nin bir heykeli ve tam karşısında çok büyük, uzun ve girişinde sütunlar olan bir bina var. Yoksa bu Residenz'in girişi miydi ve ben ludwigstrasse fotoğrafında size girişi diye residenz'in arka kapısını mı gösteriyordum. Az önce google ile aradığımda anladım ki hiç alakası yokmuş ve orası opera (national theater) binasıymış.
Neyse efendim, Max heykelinin altına girip kitabesini okuyordum ki hissettiğim garip durumu (yanımdan kimseler geçmiyor) çözmeye çalıştım. Elinde pipo olan bir bey ahşap bir sallanan sandalyede oturuyor. Yanında ise 1920 model ama ışıl ışıl parlayan bir araba. Ama adamın 50 metre çapında benden başka kimse yok. İşte bu durum beni şüphelendirdi. Her turistte bulunan "yoksa bulunmamam gereken bir yerde miyim" psikolojisi sardı.
Tam karşısında ise bahsettiğim binanın merdivenlerinde sanki oscar töreni kırmızı halı ritüeli. Şaşalı elbiseler dikkatimi çekiyor. Kafamı bir çeviriyorum ki meğer ben bir törenin, büyük ihtimalle operanın yeni bir premierine orta yerinden girmişim.
Üstelik gayet spor, adidas ayakkabılar, altımda wrangler pantolon üstümde mavi bir tişört halbuki etrafımda takım elbiseninde ötesinde frak giymiş beyler ve oscardan fırlamış bayanlar arasındayım. Utandırıcı bir durum değil çünkü turistim. Komik bile buldum..
Bu alanda aklımda kalanlar üstünde abiye, siyah Mini cooper'ı ile arkadaşını yol kenarında bekleyen bir genç kız ve binanın üst katından el sallayan, almanların geleneksel giysilerine bürünmüş insanlar oldu.
Burası nasıl bir cadde böyle bakalım diyerek o önceki yazımda bahsettiğim hayal meyal görünen yere doğru ilerlemeye (maximillan strassenin başından sonuna) başladım.

Saat 7-8 gibiydi ve cadde çok sakindi. İlerledikçe sağımda büyük bir kütüphane ve solumda bir tiyatro binasını geçtim. Derken Isar nehrinin kollarının üzerinden geçen bir köprüden geçerek hayal meyal gördüğüm binaya ulaştım. Adı Maximilanium. Fotoğrafı ise aşağıda. Burası federal devlet binası ve senatosuymuş.

Burada çok fazla kalmadım. Binada restorasyon çalışması vardı. Kenarından ise ormanlık bir alana giriliyor. Burada bisikletle gezenler, koşanlar, yürüyenler. Spor yapan birçok insan vardı. Ama manzara görülmeye değer. Dönüş istikametinde solumda büyük kilise kuleleri parıldıyordu ama başka bir zaman giderim diyerek sağımda Isar nehrinin akışını seyredip geri döndüm.
Bir sonraki yazımda Deutsche museum'da uçuş korkumu nasıl azalttığımı (sandığımı), sonrasında ise english garden ve olimpia turm (olimpiyat kulesi) gezilerimi anlatacağım.
3 Yorumlar:
nacizana bir fikrim var; sevgili tipyedi'yi münih'e götürelim. güzelce bir helga ile başını bağlayalım. mutlu mesut yaşasın orada.
:)
ve bütün tipler için geliyor, sıradaki parçamız: türkiyem türkiyem cennetiiiiim!
4:04 ÖÖ
diğer tip'lerinde önerisi buydu:)) yazının gayesinin münihe ilk kez gideceklere bir nevi kılavuz olduğunu hatırlatayım. Google'da münih diyerek blogumuza gelen hatırı sayılır insan topluluğu var.
9:28 ÖÖ
tamam canım, asıl gayeyi biliyorum. yaşasın google! yaşasın blog kardeşliği!
not: helga, helal süt emmiş olmalı tabi. belirtmeyi unutmuşum.
10:26 ÖS
Yorum Gönder
<< Ana Sayfa