Münih: Aşık olduğum şehir (Bölüm 2)
Çok uzun ve güzel bir ikinci yazı yazmıştım ama internet explorerin kurbanı oldu. Bu post'u sevgili ve biricik firefox ile yazıyorum.
Yolculuğumuzda Marianplatz'da kalmıştık.
Bu bölgeyle ilk tanışmam bir yemek sayesinde oldu. İlk gün yemeği firma yakınlarında bir İtalyan restoranında departmanımın global op. sorumlusu ve yardımcısıyla yedikten sonra ikinci gün yemeğe çıkarma sırası oldukça tipik bir gelenekçi Alman olan Dr. Richter ile oldu.
Karlzplatzdan Marianplatz'a doğru ilerlerken sağda büyükçe eski bir restoran var. Adı Augustiner. Dr. Richter bana buranın en geleneksel Alman yemeklerini bulabileceğimizi söyledi. Yaz olması nedeniyle ve havaların sıcaklığından meydanın önemli bir bölümü çevredeki cafe ve restoranların sandalyeleriyle dolu. Ama Augustiner ayrı bir yoğunluğa sahip olmasıyla dikkat çekiyor. Taş duvarlardan girişi üzerine adı kazınmış. Önce içeri girdik, ahşap ve loş bir ortam. Heryerde Alman kültürüne ait heykelcikler vs. Garson kadınlar geleneksel Alman kıyafeti içerisinde. Oradan arka bahçeye çıktık. Benim için tam bir şok. Bursa'nın koza hanı gibi heryanı binanın duvarlarıyla kapalı. Ama içerisi tıka basa insan dolu. Yüzlerce insan. Kahkahalar konuşmalar. Bir gürültü ki sormayın.
Oturduk. İrice Yunan tipli ve gülümsemesindeki sahtelik gün gibi ortada biri siparişlerimizi almak için yanımıza geldi. Ne tavsiye edersiniz dedim, Richterin cevabı ördek oldu. Buranın en geleneksel yemeklerinden biridir dedi. Tamam dedim. Ben balık alacağım dedi. Siparişler geldiğinde tabağımda dev bir ördek duruyordu. Üstelik sert ve tatsız. Yanında bir salata. İçinde ne var emin değilim ama sosu rezaletti. Bizimki usulca balığını yerken (tatlı su balıklarını sevmem) ben yemeğimin ucundan alıp bitirdim. Yanında Almanların klasik çubuk krakerin kalınından yapılmış ekmeklerinden veriyorlar. Güzeldi.
Binanın duvarlarında hristiyanlığa ait mozaikten yapılmış gravürler vardı. Bana binanın bira imalathanesi olduğunu söyledi. St. Augustine her ay bir gün tuttukları orucu kolay geçirebilmek için bol kalorili bir içecek imal etmek için çalışırken birayı bulmuş. Bira bizim için kutsal ve geleneksel bir içecektir dedi. Sizin dininizde içki neden haram sorusuyla birlikte madem yasak bazı müslümanlar neden içki içiyor sorularını yöneltti. Bende konunun uzmanı olmadığımı ama temelinde insanın kendi vücuduna zarar vermesini engellemek ve dinin değer verdiği aklın devreden çıkarılmasının kötü sonuçları nedeniyle olduğunu ve herkesin kendi iradesi ile bu yasağa uyup uymama kararı aldığı ve kişi bağlayacağı düşüncelerimden bahsettim.
İlginç bir insan. Düzenli bir aile hayatı ve iki kızı var. Bana tüketim toplumunun özgürlük adına insanı kendi isteklerinin kölesi yaptığından bahsetti. Almanların kendilerini kritik etmeleri ilk rastladığım birşey değil. Hep böyleler. Derin muhabbetimiz devam ederken ben bir yandan 1500'lü yıllarda yapılmış bu binayı inceliyordum. Yemek sonunda hesap sanıyorum 42 Euroydu.
Dışarı çıktığınızda İstiklal caddesi tadındaki kalabalığın yanı sıra eski, büyük ve heybetli kiliseler ile bunların etrafını saran heykeller dikkatinizi çekiyor. Heykeller çok detaylı. Pek çoğunu uzun uzun inceledim. En favorilerimden biri bir meleğin şeytanı öldürdüğü sahneyi tasvir edendi. Kas detayları ve anlatımın gerçekçiliği insanı dehşete düşürüyor.
Meydan boyunca en dikkat çeken şeylerden biri de sadece Marianplatz'da gördüğüm dilenciler oldu. Her çıkışımda en az 4-5 dilenci ile karşılaştım. Ama bu arkadaşlara dilenci diyerek kendilerini alçaltmayalım. Başka bir isim bulmak gerek.
Nedeni metotları. Mesela size birinden bahsedeyim. Ekip halinde para diliyorlar; 3 keman, 1 viyolonsel ve 1 flüt. Oda orkestrası şeklinde mükemmel eserler icra ediyorlar. Marianplatzın en sevdiğim yönlerinden biri bunlar oldu. Yolda sallana sallana yürürken bir anda arkanızda canlı performans vivaldi 4 mevsim dinliyorsunuz. Bazen saksafon, akordiyon hatta bir çeşit piyano çalan bile vardı.
Bir başka ilginç dilenme metodu ise heykel taklidi yapan arkadaşlar. Boyları 2.5 metre civarında ve üzerlerine geleneksel kıyafetler giyip yüzlerini bronz rengine boyamışlar. İlk gördüğümde birini heykel sanmıştım bir anda gözlerini açıp bana baktığımda neler hissettim tahmin edin. Çocukların favorisi bunlar. Ayrıca bazen palyaçoların gösterileri de oluyor. Her an karşınıza bir süpriz çıkabiliyor.
Marianplatz üzerinde bir elektronik mağazası da var. Conrad'dı adı sanıyorum. Türkiye'de bulamadığım Sennheiser kulaklık modellerini orada buldum. Fiyatı ucuz değil. Orta halli. Ayrıca karstadt mağazası da var. Geldiğimiz istikamette sola dönüp ilerlediğinizde çeşitli giyecek mağazalarıyla dolu bir yolda buluyorsunuz kendinizi. Sağınızda ise yine tarihi binalar mevcut. Örneğin bunlardan ilki Ratzkiller gibi bir isme sahipti. Münihin ortaçağ dönemlerinde farelerini avlayan biri diye düşündüm. Binanın ortasında ise bir cafe var. Loş bir yer.
Bir başka bina ise üzerinde 100'den fazla heykelciğin bulunduğu bir konaktı. Oturup incelemeye kalksanız bir saatiniz gider. Çok ilginç figürler, insanlar, hayvanlar her katta her camın önünde.
Ayrı bir ilginçlik ise heryerde karşınıza çıkan 1.5 metre boyunda ve 1 metre uzunluğunda aslan heykelleri. Bavyera eyaletinin simgesi olan bu aslanlar aynı yüz ve vücut yapısında ama farklı formlarda. Mesela bir kafenin önünde duran iki ayağı üzerinde elinde bir bardak tutmuş üzerinde "I love Munich" yazan bir tişört giymişken diğerleri renkten renge boyanmış. Ayrı kişilikler katılmış.
En hoşuma giden ise polis binasının kapısındaki iki dişi aslandı. Kızdırılmış ve saldırgan yüz ifadesiyle bir pençesini uzatmış. Sanki kızdırıldıkları bir sopayı tutmaya çalışıyor gibi. Çok vahşi ve gerçekçiydi.
Yolun sonunda sarı renkli fraukirschen'i (Kadınlar kilisesi) geçtiğinizde ise en favori mekanlarımdan biri sizi güzel bir süprizle birlikte karşılıyor. Koca bir meydan ve Ludwigstrasse. Bunun yanında tabiki Maximillianstrasse, English garden, Deutsche museum, Olimpik kule, BMW binası ve diğer dikkatimi çekenlerden daha sonraki yazımda bahsedeceğim.
1 Yorumlar:
ya tipyedi olm anlatma bunları haftasonu bana ne anlatıcam o zaman:))) gelince dicen blogta okumadın mı diye:) biranın almanlar için kutsal ve geleneksel olması ilginç.. geleneksel olmadığını iddia etsede inanmam gerçi:)) ama kutsallığına bir anlam veremedim.. saygı duyuyoruz.. ama almanlar beni duymuyor:P sen anlattıkça iyiki afrikaya gitmişim diyorum:))))) ne iğrenç yerlermiş yaaaw:P yok yok guzel.. üzülme senin gittiğin yerlerde güzel:) inatla afrikayı anlatmıcam.. belki daha sonra:)
10:10 ÖS
Yorum Gönder
<< Ana Sayfa