Üç silahşörden hayata dair leziz, hafif gözlemeler.

Pazartesi, Ağustos 15, 2005

Ölüm kalım meselesi

Çok sıradan bir sabaha uyandım.

Uyku bazen o kadar cazip geliyor ki.

Sabah uyuşukluğunda biraz daha uyuyabileceğimi bilmenin keyfi ve aldığım biletin saatine yetişememe endişesi arasında yarı uykulu 10 dakika.

4 saatlik bir yolculuktan sonra hafta sonu kaçamağı için geldiğim yerden ofisime ve masama ulaştım. Yol esnasında gazetede önce 120 kişinin öldüğü uçak kazasını ardından NTV ve Skytürk'ten tanıdığım, tok, etkileyici bir sesi olan spikerin (Mehmet Tacettinoğlu) trafik kazasında genç yaşta vefatını öğrendim. Yine aşina bir yüz kayboldu dedim.

Ofise döndüm, maillerimi açtım. Çok yakından tanıdığım, sevdiğim, hayat dolu bir arkadaşımın gencecik yaşta kalp krizinden vefat haberini okudum. İnanamadım. 2 yaşında kızını bırakıp gitti bu dünyadan.

Ölümün hayat gerçekliği ile çelişmesi yüzünden beyin tarafından algılanamadığını düşünüyorum bazen. Yani empati kuramayacağımız bir gerçek var orta yerde. Bu yüzden kendi ölümümüzü yani hayat kadar doğal sonu asla düşünmüyoruz. 70lere dayandıktan sonra 80'e ilerlerken derin bir uykuya dalarız diyoruz. Halbuki o kadar belirsizki ne zaman nerede kimi yakalayacağı.

"Ama daha çok erkendi, yapacak şeyler vardı, hayatı anlayamadım bile ben.."

Bahanesi yok. Ama kendi kadar beni çok ürküten normalleştirilmesi, kanıksanması ölüm haberlerinin.

Uçaktaki mesajında "Elveda, donuyoruz demiş"
Az sonra öleceğini bilsem bile ciddiye alır mıydım acaba.