Üç silahşörden hayata dair leziz, hafif gözlemeler.

Salı, Eylül 27, 2005

Spor Herşekilde Sağlıktır


Spor herkesin yaptığı veya takip ettiği bir kavram.. O şekilde veya bu şekilde bir yönüyle sporun içindeyiz.. tribunde veya sahada.

Okadar hayatımızın içindedirki, haftalık planlarimizin bir köşesine sıkıştrırız. Bu işi düzenli yapanlarada sportif denir.. Düzenli yapmayanlarada hevesli tembel denir:)

Sokaklarda bile sporu yapmak için basket sahaları halı sahalar, tenis kortları, yuzme havuzları, golf sahaları v.b. turlu spor alanları mevcuttur.. Çünkü o yaşamın bir parçası olmuştur insanımız hayatında.. Herbiriniz bi şekilde hatırlarsınız ve yapmışsınızdırda.. sokak üzerine konulan taşlarla kale ve maclar yapılır, sokak aralarında yine koşu yarışları.. spor bu kadar içimzdedir işte..

Tabiki içimzde olan sporun tamamı degil sadece imkanlar dahilinde yapabildiklerimiz.. yani bir buz hokeyi sporunu sokak arasında yapma imkanımız yok, veya kayık.. bunlar ozel mekanlar ve ekipmanlar gerektiren sporlar. bide sıradışı denilen bir türü varki sadece extreme spor kanalından takip edebiliyoruz..

Bende düşündümde:) yine yaptım anlıcağınız.. haftada bir düşünmek iyidir.. hem paslanmazsınız:) Neyse dedim kendime ya bu bize sıradışı gelen sporlar sıradan hale gelse ve sıradan olanlarda extreme olsa:)) süper olurdu ya..süperden daha ziyade komik olurdu..

sokak aralarında kayak yapan tipler, rafting yapmaya çalışanlar, jamping yapanlar, gulle atanlar, maraton koşanlar:) sokaklar daha renkli ve daha eglenceli olmazmıydı..
Hatta her spor o kadar hayatın içinde olmalıki hepsini sokaklarda yapmalı insanlar.. spor mekana sıkıştırılamaz.. Tutmayın beni gaza geldim galiba:)

-Anneeee.. ben hakanlarla ata binecem..
-olm baban gelmeden eve gel ama..

veya;
işten gelen baba kızını jumping yaparken görüyor veya sumo güreşi:)
saga sola bbaktığımızda jirit atanları görmek, buz hokeyi yapanları veya okculuk yapanları:) Tabiki spor yaralanmarıda bu kadar iç içe olmasndan dolayı artacak ama spor için her şeye deger..
veya sokak arasında golf oynayanlar, paraşütle atlayanlar:) güzel olmaz mı?

Çok eğlenceli olurdu kesinlikle.. İyide madem o kadar eglenceli olur niye denemiyoruz.. Ben denersem sen denersen o denerse herkes yapmış olmazmı:) Dökülün sokaklara ııııınnnnnnnnn ınınnnn:) herkes istediği sporu yapsın..Hadi ya sokak aralarında tüm sporları yapalım kampanyası başlatalım.. mesela ben sokak arasında dağcılık yaparak başlıcam:)

ismetcim sende sokakta su balesi sporu yaparsın oldumu.. hah aferin sana.. maşallah ben senin burnunu karıştırdığın iğrenç gunleri bilirim.. ne pislik heriftin sen.. ama şimdi bak buyudun serpildin bir kutup ayısı oldun şimdi de su balesi yapıyon.. gözlerim yaşardı konuşamıcam.. kusuruma bakmayın cok duygulandım bugun..

Pazartesi, Eylül 26, 2005

Küçük prens - Le Petit Prince

Zamanın akışı hızlandıkça kitaba daha az zaman ayırır oldum.
Yetişemiyorum, yetiştiremiyorum üstelik yeni ve daha çok iş üstüme yıkılıyor.

Özel hayatta farksız. Kafa allak bullak sürekli.

Bu tür durumlarda patlamamak için her şey bir yana diyerek çok sevdiğim işlere, diğerlerini aksatmak pahasına zamanımdan bir parça ayırırım.

Warcraft oynamak, seinfeldin bir bölümünü 100.ye seyretmek veya tombi yemek olabilir.
Geçen yine bunalmışken çok özel bir şey yaptım.

Küçük prensle yeniden konuştum.
Anlattıklarını yeniden dinledim..
Biraz olsun kendime geldim.

Bana sakın küçük prensi tanımadığınızı söylemeyin. En azından gazetede okumuşsunuzdur. Hani milli eğitim bakanlığı tavsiye edilen kitaplara koydu da sonra "Türk diktatörü" ifadesi yüzünden bütün dünyanın sevgilisini "yasaklı" ilan ettik.

Küçük prens bir çocuk kitabı olduğu kadar bir genç, orta yaşlı ve yaşlı kitabı. Çünkü yaşanan her olaydan sonra küçük prensi bir kez daha okuduğunuzda farklı bir kapı size açılıyor sanki.

"Lütfen bana bir koyun resmi çizin" diyordu.

"Ne?"

"Bana bir koyun resmi çizin"

Bu dünya güzeli çocuk insanın içindeki tüm güzelliklerin yansıması sanki.
Hayata onun gözünden bakmak her şeyi katlanılabilir hale getiriyor.
En çekilmez görünenleri bile, inanın bana.

(Not: Şurada türkçe çevirisini buldum. Çok uzun değil, kendinize bir iyilik yapın ve hemen şimdi okuyuverin.)

Pazar, Eylül 25, 2005

Ben Varya Ben... Aman aman.:)

Ey bloggerlar;

Uzun zamandır bloga girip sizler için veya kendim için bir şeler yazamadım. Hatta şu an dahi yazamamış olmanın müthiş mahcubiyeti ile derbeder
ayaklarınıza kadar geldim,
af dilemeye geldim,
affa layık olmasamda..
Uzatma dünya sürgünü mü benim ey sevgili en sevgili...

Günler geçtiki hicran oldu ayrılık oldu hüzünlere bölündü saatler.. ben internete çok net olmasa da girdim.. Ama size yarım duygularla plansız bir şeyler yazmaktansa yazmamayı tercih ettim.. Biliyorum ben gamsız, biliyorum ben hissiz, biliyorum en sonunda sizsiz kaldım..
ama bir kez daha bir tane daha denemeyi sizlerin derin hoşgörünüzde merhamete sarılı buldum..

Yoruma layık olmayan yazılarım, sizsiz aklımda anlamsız ve gecelerim kerbela oldu.. sizinle sessiz bir yalnızlığın tatlı beraberliğini içimde yaşarken bu sessizliği öyle bir gürültünün içinde o kadar net dinledim ki..

Ben yokken sizlerle idim.. Sizlerden öyle ifadelere vuruldum ve öyle uslüplara güldümki.. bunlardan bir tanesini bende yapayim dedim.. Dedim ama kime.. Size desem? Kimin umurunda. Ama biliyorumki bu kalabalıkta göz ucuyla izleniyorum.. Belkide bir paranoya başlangici bende ki:)

Şuan da dahi başladığım şu blog yazısının sonunu nereye gideceği hakkımda bir fikrim yokken sırf iş olsun diye yazdığımı hissediyorum.. O zaman siz sevgili yorumsuz dostlara beni güldüren ilginç bir yazı denemesinden minik bir örnekte bende yapayım:) Buda benden olsun.. Aman aman nede çok merak ediliyorumdur:)

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

Ben küçükken;

*Kaloriferlerin aşağıdan kalorifer borususu içine atılan kömürün arkasindan atılan bir kibrit ile ısındıgına inandığımı;
*Babamla bende 7 yaş büyük ablamı cami avlusunda bulduğumuza ablamı inandırmaya çalıştığımı;
*Dolaptan tencere kapaklarını alıp direksiyon yaparak evin içinde kendimi sürekli parkettiğimi;
*Aile fertleri otururken herkesin terliğine araba muamelesi yaparak halının üzerinde saatlerimi harcadığımı;
*Çok kıymetli 25 küçük arabamı kendi bulduğum bir oyun ile zar atarak tekerleklerindeki minik işaretlere göre ilerlettip bir saatte sadece 10 cm ilerletebildiğimi ve bundan deli bir keyif aldığımı;
*Tek başıma oynadığım bir oyunda kendimin iki farklı kişi olup hiçbir şekilde kendi koyduğum kuralları hiç bir karaktere çiğnetmediğimi;
*Sokağa çok çıkmamama rağmen sert şut çektiğim için bir dönem ''demir çocuk'' diye anıldığımı;
*Bir dönem tek arkadaşımın nalan diye bir kız olup sokakta inşaatın taşları üzerinde akşama kadar koştuğumuzu;
*Karanlıktan korktuğum için lambaları hep ablalarıma yaktırdığımı;
*Bisikletimi bodrumdan çıkarırken geri geri düşüp direksiyonun çarpmasıyla yuzumun tanınmıyacak hale geldiğini;

biliyormuydunuz? :)) Bilmiyordunuz tabi.. Hem niye bileceksiniz ki.. Kaldıki ben zor hatırlıyorum:)

İsmetcim hadi sende zıbar.. Zıbar ne demek mi.. Ya bilmiyorum işte yap bişeylerde biz kendi aramızda ona zıbarmak diyelim.. Hadi gözüm:)

Pazar, Eylül 18, 2005

Çizik Bir Keyif


Film sektoru uzun zamanlar once basladi.. ilk once kisa metrajli filmler sonra uzun.. teknolojinin gelişimi ve insanların bu konuda kendini aşmasıyla çeşitlilik ve kalitede buyuk bir hızla arttı..

Hatta soyle bir geriye baktiğimizda 80 li yıllara sinemanın ne derece kaliteli olduğunu hiç anlayamayanımız bile görebilir.. Hemde çıplak gözle. Neyse biz insanlar olarak bu sektörü tabiki geliştirdik çeşitlendirdik.. Mesela bu sektörün çocuklara bakan bir yönu olmaliydi..

Bu açıdan çizgi film denen bir dönem başladı.. Bu zamanlarda çizilen çizgilere ekran önünde hayat verildi.. Hatta ve hatta bu kahramanlara karakterler yuklendi ve günümüze kadar ulaştı isimleri.. bende her küçük çocuk gibi cok severdim.. Hatta videoya bir sürü cizgi filmi cekip onu istediğim zaman seyrettiğim bile olmustur..

Tabiki bu sektör bu kadar gelişti ve tıp dunyasının faydasına bile yardım edecek bir şekil bile aldı.. Röntgen filmi gibi ..Bu digerleri kadar eğlenceli olmasa faydali bir sey.. Neyse biraz sacmaladiktan sonra biz cizgi filmler geri dönelim.. hadi 3 diyince hep beraber donelim.. 1, 2, 4, 5, 6, 7, 3... tamaaaaam:)

çizgi filmler aslında cocukları eğlendirmek için mi var.. Veya sadece cocuklar için mi? Kim yetkili ise soylesin kardesim.. bak ben oyle cizgi filmler biliyorum ki inanin bir cocugun anlayamayacagi kadar ince esprilerle dolu.. kesinlikle cok keyifli.. bunların yaninda uzay savaşli cizgi filmlerin yaygınlaşmasi ve cocuklarında kendilerini bir kahramana link vermeleri sonucu yaşanılan treji komedi hallerde kimi sucu tabiki araştırıyorum..

Eskiden bu kadar cok vahsetin oldugu cizgi filmler yoktu.. en vahsisi he-man di.. bide belki voltrandi.. ama bugun bi bakıyorsun cocuklar pikacu olup 3. kattan atıyorlar kendini.. gerci pikacu bir cizgi film değil sadece kalıcı bir hastalık cocuklar üzerinde.. diyeceğim o ki vahsilesti cocuklar.. bakıyorum iki üç cocuğun oldu bir gruba cocuklar kendilerine teleffuzu zor isimler takıp durdukları yerden garip sesler cıkartarak savaşıyorlar.. lider karakterlide kimin oldugunu kimin yaralandığını tesbit ediyor:) işin komik kısmı itiraz yok.. yani olduysen oldun abi..

birde boyle bir sektör olurda bu sektörü ucuzlatmak için cinliler buna el atmasın.. mümkün mü? tabiki hayır.. ama bunların cizgi filmlerinde bir kompleksin ifadesini gozlemliyorum ben.. hatta iyi hatırlıyorum bir futbol takımında oynayan bir cocugun maceralarını anlatan bir tanesi vardiki.. komikti vesselam.. uzun boylu iri gozlu tipler:))) bide kostumu 3 adımlık saha sanki yarı maraton kulvarı:)

ama cizgi film diyince hepimizin aklına gelen ve vazgeçilmezler arasında olan donald duck, tom and jerry, tweety, simpsonlar, ve daha niceleri.. benim hala takip ettiklerim var:) keyifli hemde cok bence cizgi film seyretmek hayal gucunu çalıştırmak ve knedini dinlendirmekle cok alakalı.. Kaldıki hayalleri olmayanın hiç bir şeyi yoktur.. değil mi ismet? aman abisi hadi cizgi film seyredip hayal kuralım:)

Perşembe, Eylül 15, 2005

Bir Çift Sözüm Var...



Hayat tüm hızıyla devam ediyor.. Çevreme baktığımda sürekli hareket eden canlılılar görüyorum.. Ya bi durun kardeşim.. döne döne dünyanın döndüğünü anlamıyorsunuz.. Bi nefes alın bakın bi 10 dakika ota bakın:) ne hissedeceksiniz.. en basiti kendinizin baktığınız ottan çok daha şanslı olduğunuzu..

Hayat dediğimiz insanın sadece çevresi ve çevresindekilerle tanımlıdır.. Herkes kendi penceresinden, kendi gözlükleriyle bakıyor hayata.. Mutlu olma sanatı diye kitaplar çıkartmış mutluluk uzmanları ne kadar mutlu olmasalarda... Halbuki mutluluk sadece bir düşünüşte gizlidir.. Kendi fenomeninde yani algı dünyasında insan neyi nasıl görmek istiyorsa ona göre duygusal bir hal içine giriyor.. Peki bu nedemek? Bu şu demek oluyor ki; insan duygu grafiğini kendi yonlendirebiliyor..

Bu tesbit kulağa çok naturel gelmesede insan kendini kontrol etme noktasında duygularinada hakim olabiliyor, sizlerinde farkettiği gibi bu böyledir.. Bazılarımız olabilir.. Ama ben.... diye başlayan cümleler kuranlar.. Evet onlar belki çok kontrol edemiyor olabilirler ama bunu öğrenebilecek kabiliyettedirler.

İnsan hayatta bir rüzgar önündeki yaprak değildir.. rüzgar nereden eserse oraya gideyim mantığı kişiyi yapraktan farklı yapmaz.. İnsan bu noktada mutluluğu huzuru bilinçli olarak arayabilir ve bu noktada daha kaliteli daha guzel bir hayat pek hala sürebilir..

Olayı bu kadar basit gösterip ahkam keserek ukalalık yapmak değil niyetim.. Sadece şunun altını çizmek istiyorum ki, mutluluk senin bakış açın ve değerlendirme kriterlerinle alakalıdır.. Bu bakış açısında mutluluğu yakalar veya kaybeder.. Ben her insan zannediyorum ama belkide tek benimdir, kendine bazı güzel sözleri mile stone yapmışımdır. Bunlardan bir tanesini sizinle paylaşayım. Bu bakış açısıyla insanlara değer vermeyi öğrenebiliriz heralde..

''Her insandan öğrenebileceğin bir şey mutlaka vardır.''

Sizinde vardır yaşamınıza değer katan unutmadığınız size bi yerde yol gösteren sözler.. Hadi bari birer tanesini birbirimizle paylaşalım.. Belki birbirimizin hayatını daha yaşanmaya değer kılabiliriz..

Pazar, Eylül 11, 2005

Terkedemedim...


Saat 3. sabah olmasina az kaldi. Gunesin terkedisinden beri gece kan kokuyor.. icimde nefretin kalbimi tirmaliyor.. Beni sensiz birakmak, yalnizligimda kendimide kaybettirdi bana. Şuan balkonda sadece yıldızlara öfkeyle bakıyorum.. Bağrına sapladığın pençelerinin izi hala var ve hala kanıyor yaram..Hissizleştirdiğin kalbimden gözlerimde gözüken sadece intikam duruyor..

Dakikalardır gözlerimi kırpmadan karanlığın derinliklerine kitliyorum bakışlarımı.. Düşünmeden yoksun bıraktığın eserin soğuduğunu farketmediği çayını içerken sen mışıl mışıl uyuyorsun.. Gülmek o kadar uzak geliyorki yıldızlar daha ulaşılabilir oldu bu gece.. Kendimi karanlılğın ortasına rüzgara doğru bırakasım var..

Sigaramın dumanı geceye karışıyor.. Yatağına gelip seni boğması için içiyorum.. Ama hırsımdan birer birer kayboluyor parmaklarımın arasından..

Beni terkeden güneşi bekliyorum. O her zaman geldiği dağa bakarak.. Ben terkedilmemeliyim.. Hem ben ne yaptımki güneşe.. Ne sana nede bir başkasına.. Ağzım kuruyor artık.. Gunlerdir su içmedim.. Yine elim votkaya uzanıyor.. Ağzım yanıyor, öfkem alevleniyor ama hala susuyorum..

Çığlığım atar damarlarımda gezerken kanımı donduran o en son verdiğin gül karşımda.. Kurudu, Oda sevmesede votka içiyor.. oda seni nefretle anar oldu.. göz yaşlarımı gecelere artık akıtmıyorum.. İçmdeki öfkemi ancak yorgunluğum dindirebildi. Beklediğim güneş yine o dağın ardından geri geldi..

Üşümüşüm, içeri girdim, gunahkar yatağıma düşen kara bir gül gibi uzandım, başka terkedişler görmemek için..

Ve sen terkettiğin halde niye hala içimde bana bu kadar yakınsın..

Perşembe, Eylül 08, 2005

Friends 4ever

İnsanın mutluluk kaynağı üç şey;

İyi bir eş,
Samimi arkadaşlar ve
Peynirli tombi.

Burada dikkatleri iki numaraya çevirmek istiyorum.

"Hayat bir tiyatro" gibi klişeleşmiş bir sözcüğü tekrar ifade etmeli.
Senaryo aşağı yukarı belli. İnişler, çıkışlar.. Mutluluklar üzüntüler. Karanlık ve aydınlık.

Perdelerin biri açılıp diğeri kapanırken, oyunda, herşeyini paylaşabileceği, samimiyetinden zerre kadar şüphe duymadığı arkadaşlara sahip insan dünyanın en zengin insanıdır.

Ben dünyanın en zengin insanıyım.

(tipbir ve tipdörde ithaf olunur)

Salı, Eylül 06, 2005

O Kadar...

Ya ne bu kardeşim.. Menfaat dünyası.. Yeter be.. Güzelce, iyi niyetle, korkusuz, endişesiz rahat rahat yaşayamayacak mıyız şu üç kuruşluk dünyada. Nereye dönüp baksam endişe kimle konuşsam samimiyetsizlik taşıyor.. Nedir insanları bu kadar yapmacık yapan, kimin eseridir bu tebessümden mahrum yüzler.. Kimlerin çocuklarıdır bu içten pazarlıklılar..

Yıllar öncede varmıydı peki.. Yoksa daha mı azdı.. Ozaman gelecekte daha mı çok olacak demek bu? İstemiyorum ben öylesi bir gelecek.. Hep anlatırlar eskiden saygı varmış, aşkı bir başka yaşarmış yaşayanlar, utanmak varmış, sevinç o zaman bir başka sevinçmiş.. Ne değişti o zaman.. Teknolojinin mi kurbanıyız sizce ben inanmıyorum buna..

Peki nedir bizi bu kadar içten içe kemirip bitiren.. Kaygılarla dolu binlerce şüphelerle çevrelenmiş yalan dostluklarla nereye kadar.. Bir şey isterken senden yarın benden birşey ister düşünceside hangi mantığın ön gördüğü bir ahlak biçimi.. Nerde kaldı karşılıksız yardım.. Benim bildiğim yardımın tanımında karşılık beklemek yoktur.. Tanımları değişir oldu güzelliğe ait şeylerin..

Parlamaz oldu gözlerinin içi insanların.. Pisliğe batmamış insanlar kalmaz oldu bu küçük dünyada.. Onlarında temizliğine kimse inanmıyor.. Bu mudur insan oğlunun gelişmişliği.. nice yapay şartlarda samimiyet kıymetli bir taş olmuş.. taş diye insanlar kafa kırmak için atar olmuşlar birbirlerine. Nedir ters giden.. Nedir benim ninelerimi bu kadar üzen.. İçimizden neyi aldılar.. Sisteme ne zaman virüs girdi.. bu safllık neden yitirildi.. Kimse neden dur demedi.. Yokmu temiz dünyamızı denetleyen duygularımız..

Hayallerimizde fakirleşti.. Bataklıkta gül düşünür olduk.. rüyalarımıza kadar girdi o pis kokulu bataklıklar.. kabuslarımız arttı.. yürüyemez olduk tek başımıza.. seyredemez olduk doğayı doyasıya.. ana caddelerde unutulmuş ağaçlar kuruyor gözlerimiz önünde.. Nice ölenlere vah tan öte tepki veremez katranlaşmış kalp yığınlarına dönüştük.. Peki neden? Mutlaka geçerli bir nedeni olmalı.. yoksa bir ömür ziyan oluyor..

kendimi bir kaldırım taşının kenarından çıkıp yaşamaya çalışan bir ot gibi görüyorum ama tek derdim var birisinin sevgisini anlatmak için sevdiğine götüreceği bir çiçek açabilmek... o kadar...

Pazartesi, Eylül 05, 2005

Zengin olmanın ondört altın kuralı

Varyemez amca'yı hatırlar mısınız?

Maceradan maceraya koşan çok zengin ördek.
Kocaman içi parayla dolu bir havuzda yüzerdi.
Gerçi onu seyrettiğim devirlerde altın, para, gözlerde dönen dolar işaretleri benim için pek birşey ifade etmezdi. Çok iyi hatırladığım uğurlu bir doları vardı. İlk kazandığı dolar. Buna çok değer verir, iyi saklardı.

Sünger bob'daki Mr. crabs'ı gördüğümde yine varyemez amcayı hatırlamıştım.

Bu tür kahramanların belirgin özelliği hat safhadaki cimrilikleri. O kadar ki Mr. crabs bir bölümde bir centi kurtarmak için yüzlerce dolarlık masraf yapmıştı. Para aşkı insanı bu tür komik durumlara düşürse de ince hesapların bazen kişisel finansal dengeleriniz üzerindeki kelebek etkisini ihmal etmemek gerek.

Örneğin gereksiz harcamalar ve yanlış yatırımlar bir yana düzenli ödemelerinizi biraz optimize etseniz büyük hayallerinize ulaşmanız pekte zor olmaz. Ama unutmamalı, bunu sistematik yapmazsanız ve kendi içinde bir fon oluşturmazsanız tasarrufunuz harcanmak üzere sadece bir cebinizden diğerine girmiş olur.

Büyük firmaların fiyat rekabetinde de bu kelebek etkisi, sürekli iyileştirme çalışmalarıyla kendini gösteriyor. 1 dolarlık tasarruf bir milyon ürünle çarpıldığında bir milyon dolarlık tasarruf elde ediliyor.

Bence bu firmaların çalışmalarını özel hayata geçirmek çok keyifli sonuçlar doğurabilir.
Kendi hayatınızı ve düzenli harcamalarınızı kredi kartı ekstrenizden kontrol edin.
Birleştirebileceklerinizi, pek gerekli olmayanları ve elenebilecekleri belirleyin.
Bunu yaptığınızda bir yılla çarpın.
"Hadi canım, bu kadar olmaz" diyebileceğiniz tasarrufu elde ettiğinizi hayretle göreceksiniz.
Tasarruf ettiğiniz parayı, bu harcamanızı yapıyormuş gibi banka hesabınıza aktarmayı unutmayın.

Örneğin, gereksiz harcamaların başında gelen sigarayı bırakıp, buna harcadığı parayı biriktirerek adına okul yaptıran insanlar bile var bu ülkede.

Pazar, Eylül 04, 2005

Bu da Kim?


Sende kimsin dedi.. Tanıdık birisiydi ama tanıyamamıştı.. Bir süre hiç birşey söylemeden baktılar birbirlerine..

Gözlerini ayırmadan dikkatlice süzüyordu onu.. Çok acımasız biri olmalı diye düşündü.. Çünkü yüzündeki ifade hiç gülmeyen bir ifadeydi.. Dedi belkide vardır bir nedeni böyle sessiz durup hiç gülmemesinin..

Belli etmemek için tebessüm eti.. Oda aynı sahtelikte karşılık verdi.. Konuşmaya cesaret edemiyordu.. Bir anda tersleyebilir bir havası vardı.. Belli pekte uzlaşılacak biri değildi.. En azından öyle gözüküyordu..

Biraz düşündükten sonra onun küçüklüğünü hatırladı.. Tatlı sevgi dolu bir çocuktu.. Neşe içinde oyun oynadığı günlerini hatırlayabiliyordu, çokta net olmasada.. Duygulandı.. duygulandı çünkü o masum çocuk nasıl bu hale gelebir diye düşünmüştü.. Onun adına üzüldü..

Derin bir nefes aldı kendini toparlamak için.. Hala konuşacak cesareti bulamıyordu.. Oda zaten sessiz bir şekilde izliyordu onu.. Belliki pek konuşmayı seven biri değil diye düşündü.. Şöyle kıyafetlerni süzdü.. Evet varlıklı olmalıydı.. kıyafetleri temiz ve yüzü bakımlıydı.. Ama bunlar yeterli değil diye aklından geçirdi keşke dedi gülmeyide becerebilse..

Pek mutlu görünmüyor yazık dedi içinden.. Nedendi acaba? Yaşıda çok yaşlı değildi ama belliki birşeyler eksik dedi, bir türlü adını koyamadığı bir eksiklik hissediyordu.. Sormaya cesaret edemedi, konuşup dertleşmek ne kadar aklından geçsede dili varmıyordu.. Belkide iki kelime duysa kendine gelir diye bir ümitlendi.. Bir çift laf söyliyecek oldu göz yaşlarının aktığını gördü.. Şaşırmıştı neden ağlıyorduki birşey demedim ama dedi içinden..

Belliki sadece onu görmesi yetmişti ona.. Şaşırdı aklı karmakarışık olmuştu.. Güçlü olmalıyım hayata daha sıkı tutunmalıyım sevmeyi bilmeli gülmeyi unutmamalıyım diye içinden mırıldanıyordu..

Ve odanın kapısı birden açıldı.. Ne yapıyorsun burda tek başına dedi.. Bırak aynaya bakmayıda hazırlan geç kaldık.....

Kendine geldiğinde elinde bir ayna vardı ve dudaklarında sevmeyi bilmeliyim gülmeyi unutmamalıyım cümleleri... Buruk bir tebessüm etti.. Ne kadar zaman olmuş kendimle başbaşa kalmayalı ne kadarda yabancılaşmışım kendime dedi.. ve derin bir iç çektikten sonra hazırlandı.. Kapıdan çıkarken kendinden emin tatlı bir tebessüm vardı..

Cuma, Eylül 02, 2005

Ben Bilirim Herşeyi!


Çocuklar tatlı olur.. O minik elleri, yarım yamalak konuşmaları.. felakettir.. insanın aklını başından alır...

Bakarsın bir metrelik bir insan oğlu pıtır pıtır yürüyo:)) Bana çok komik geliyor.. Hele konuşmaya başlayıp artık kucağa alındığı zaman insana manyak bir keyif verir.. Gülüşü bir ayrı uyuyuşu bir başkadır..

Ama zaman geçtikçe daha büyürler biz yaşlanırken.. ve artık dili açılmış istediği herşeyi insanı deli eden süper bir ses tonunda dile getirir.. Gelde istediğini yapma.. O ses nasıl reddedilir.. Aradan seneler geçer ve biraz daha büyür. Büyüdükçe merak eder.. Bu insanın doğasında var..Meraklıyızdır biz..

Bu bir bakıma iyi olabilir.. Mesela teknolojinin gelişimi medeniyetlerin gelişimi bu merak sayesindedir.. Temelde bu duygu hakimdir.. Ama çocukları öyle bir dönemi vardır ki insanı deli eder.. Bu 6 yaşı ile başlayıp 10 yaşına kadar hatta 12 ye kadar giden bir süreçtir..

Çocuk bu dönemde her bir otu sorar.. hareket eden herşeyi merak eder.. Ve herşeyi biliyormuş gibi her söylenenede cevap vermeye çalışırlar..

İşte bu döneme tahammül edemiyorum.. Hani nerde o tatli çocuk? O gitti meraklı bilmiş bi çocuk geldi.. Çileden çıkartırlar adamı.. cevap verilemez sorular sorarlar.. Birde aklıma gelmişken insan o çok tatlı dönemi bilinçli geçirse ne güzel olurdu! olurmuydu gerçekten.. Komik olurda aslında... bizim açımızdan süper hatta:)

ama lafım çok bilmiş konuşan herkesi döveceğini zanneden kendini bir çizgi film kahramanı zannedip herkese meydan okuyan çocuklara.. ya deli oluyorum bu triplere ''büyüde gel çocuk büyüde geeeel...''

Ama size bir tavsiye gidin bir ilkokulu teneffüsteyken seyredin.. İnanın çok keyifli ben kopmuştum.. aynı boyda ve aynı kıyafette bir sürü çocuğu aynı yerde görmek, harbi çok eğlenceli:)

Aslında bardak yok

Hiç treni son anda kaçırma psikolojisine kapıldığınız oldu mu?
Tam istasyona ulaşırsınız ki kapılar kapanır.
Ama bu hep ve sadece sizin başınıza gelir.

Ya da çok şanslı olduğunuzu düşündüğünüz anlar olur mu?
Bugün ne kadar şanslıyım.

Her ne kadar kelebek etkisinden bahsedilse de 6 milyar insanın yaşadığı dünya gezegeninde bağırsanız sesinizi duyacak insan sayısı ihmal edilebilecek kadar azdır. Bu yüzden başınıza gelenleri yani oynadığınız senaryoyu interaktif kılan irade de denilen sadece basit bir seçme yeteneğinizdir.

Oyun zaten planlıdır. Oynadığınız karakterin hayatına yön veren etkenler arasında sizin müdahale edebilecekleriniz sınırlıdır. Bu yazdıklarım kafanızda bir ön yargıyı tetikleyerek anti-kişisel gelişim kategorisine sokulmasın lütfen. Devam edelim..

Ailenizi siz seçmediniz, ülkenizi, hatta doğuştan gelen karakterinizi bile.
Halbuki yaptığınız seçimlerde çevrenizin ve yaşadığınız ortamın rolü son derece belirleyici.

O halde hayatınızın basit bir oyundan farkı ne?

Bu anlattıklarım buz dağının görünen yüzüne bakarak yapılmış bir yorum. Çok iyi biliyorsunuz ki sizin farkınız içeride bir yerlerde. Başınıza gelen ve sizden bağımsız olaylar, hatta oynadığınız senaryo bile biraz kafa yorduğunuzda size iki seçenek sunuyor. Hayata güzel bakmak ya da olan bitenlere lanet okumak.

Her insan hayatın en değersiz figürü gibi görünse bile kendi için en değerli. Dünya her insana göre kendi etrafında dönüyor. Bunu egoizm benzetmesi olarak algılamayın. Hayat sizden ibaretmiş gibi gelmiyor mu çoğu zaman. Televizyonda gördüğünüz 800 kişi öldü haberine karşı tepkiniz sadece "vah, vah" tan ibaret ise kabul edin durum öyle. Ölüme empati yapamamanın rolünü ayırıyorum.

Sizin tercih etmediğiniz devasa parametreler yanında içinizde bir yerlerde bir pembe gözlük var. İşte bu gözlük takıldığında olan biten o kadar değişiyor ki. Bu gözlüğü çıkardığınızda ise dünyanın kirli durumuna takılıp kalıyorsunuz. Çünkü size anlatılanlar hep kötü hikayeler.

Halbuki pembe gözlüklerle bakmak inanın kendinizi kandırmak değil.Tüm dünyayı güzelleştirmek için içinizdeki bakış açısını değiştirmelisiniz.Çünkü dünyayı değiştiremezsiniz. Çok küçüksünüz, o ise çok büyük.

Başkalarını değiştiremezsiniz, size kirli hikayeler anlatanlar içlerini dışa vuruyor.

Kendi içinizdeki dünyanın sahibi sizsiniz ve hayat dediğiniz hikaye kendinize sadece anlattıklarınızdan ibaret.

Pembe gözlüklerinizi takın, hayatınız mutlu bir hikaye olsun.