Üç silahşörden hayata dair leziz, hafif gözlemeler.

Perşembe, Haziran 30, 2005

Bebeğin Biliçlisi

Aslında herkesin isteyebileceği birşeyden bahsetmek istiyorum.. Akdeniz ikliminde bembeyaz sıcak kumsalda buz gibi kolanızı içerken güneşlenmekten bahsetmiyeceğim. Tabiki tatil dönemi insanların istediği tek şey mükemmel bir tatil.. Gelin bunu daha sonraya bırakalım.. Biz gelelim kendi konumuza. Peki neydi bizim konumuz? Tabiki daha söylemedim..

Çocukluğumuzu biz hep çekilmiş fotoğraflardan ninelerimizden annemizden babamızdan ve bizim çocukluğumuzu hatırlayabilecek biz hariç herkesten dinlediğimiz şeylerle biliriz.. Halbuki herkes sizi kendi penceresinden bakarak anlatır.. Halbuki siz gerçekten nasıldınız? Garip bir soru aslında temelinde bizim hatırlayamadığımız 3-4 yaşına kadar ki süreyi tanımlamayla ilgili.. Diyorum ki o dönemi bir çocuk bilinçli ve özgür iradesini kullanarak yaşasa iyi mi olurdu?

Aslında bir insanın hayatındaki bir dönemini kendinin hatırlayamaması ilginç geliyor bana.. Peki hatırlamalı. Yani hatırlamaya değer şeyler varmı? Kaldıki tüm eşya isimlerini ıvır zıvır herşeyi o süreçte öğreniyoruz. Kaldı ki daha bilinçli olsa daha verimli olmaz mıydı? Yani en azından neyi bilip neyi bilmediğini bilir ona göre en kısa zamanda öğrenirdin.. Gerçi dediğim kaygıda bir 2 yaşındaki çocuğu düşünemiyorum bile.

Bir yandan şunu biliyorum ki hatırlamak hafızayla ilgili. Zannediyorum bunu tek bilen ben değilim. Hafıza denen olay sürekli gelişen bişey mi yoksa bir yere kadar gelişip sonra geliştirilebilir özellik mi taşıyor. Mesela bir insanın olayları hatırladığı en erken yaşı 4-5 felansa bu şumu demek; insanın hafızası ilk 4 sene ileriye bilgi aktaramıyacak kadar küçük ve işlevsizdir daha sonra oturaklaşır ve bir büyüme sürecine girer... Yoksa sabit bir hafıza kapasitesi varda küçükken kullanmayı mı bilmiyoruz?

Peki siz istermiydiniz kendi hayatınızın ilk 4 yılını bilerek yaşamayı.. Nasıl olurdu sizce? Bir bakalım nasıl olurmuş: yaşınız 1,5 ve yürüyebiliyorsunuz.. Gece çişiniz geldi, bilmiyorsunuz bu konuda ne yapacağınızı tabiki saldınız gitti.. Kaldıki kimsenin yatığına bunu yaptığını görmediniz ama ne yapılacak konusunda hiç bir fikriniz yok.. Bir ıslakllık ki sizin uykunuzu bile kaçıracak şekilde.. Konuşma çokta fluently değil. Yapabileceğin tek şey var. Ağlayım o zaman gelir bizim valide.. Gün içinde acıktığınızda da aynı taktiği yapıyorsunuz.. Gerçi bu ihtiyacını görmek için sizden başkası ağlamıyor... Bir takım sesler çıkartıyor.. Birde yemeği verirken anneniz size mamamamama gibi bişey söylüyor.. Bu kolay bunu söylersem o zaman ne istediğimi anlar diyorsunuz. Bakın bişeyleri farkedip öğrendiniz hemen.. Kaldıki hayata milletin bir karış diye tabir ettiği boydan bakmak sizi olabildiğince meraklı yapıp elinize ne geçerse çekiyorsunuz. Tanımlamak için yaptığınız tek test ''tat testi''.. Cisimleri ilk olarak yenilir veya yenmez olarak ayırıyorsunuz, Çünkü şu ana kadar sizin gündemizin çoğunu yemek ve uyku oluşturdu... Ve bu şekilde devam edip gidiyor...

Görüyorsunuz aslında çokta kötü bir tablo değil.. Hem bilinçli bir çocuk annesini daha az üzer diye düşünüyorum.. Ama bir yandanda daha iyi olsaydı bu şekilde olurdu, olmadığına göre dezavantajları var diyede düşünmüyor değilim. Ya harbiden sizce nedir dezavantajı? Var mı gerçekten. Yok birde herkes aslında bilinçli yaşamiş o yıllarını tek ben bilinçsiz yaşadığım için herkesi kendim gibi zannediyormuşum ne gülerim ama..

Çarşamba, Haziran 29, 2005

Yorgunum Dostlarım Yorgunum Artık

Edebi olunuz musunuz miyizmiş.

Edeb iyidir hoştur.. Hepimiz onu iyi biliriz. Kimseye kötülüğü dokunmamıştır.. Dokunan varsa çıksın söylesin.. Birde işi olmayıp bu güzelim kelimeden kelime türetmişler.. edeb-iyat... yaa İşte olay budur.. edebiyatın tabiki bir çok yönü vardır.. Geçtiğimiz zaman içinde ''bunalım edebiyatı'' na dair bir yazımız olmuştu blogumuzda.. Ben severim edebiyatı.. her türlüsünü... bu konuda birşeyler yazmak başka bir blogta şiirimi paylaşmaktan mütevellid (konu edebiyat olunca divan edebiyatınıda ara ara bu şekilde yad edicem) elime geçen bir dünya ki o benim şiirlerimin yazılı olduğu defter bir anda yönlendirdi beni..

Bu seferde ''yorgunluk edebiyat'' ın dan bahsetmek isterim.. Bu tür iş yerlerinde, pikniklerde ve olabilecek potansiyel beden işinin var olduğu her yerde kendini gösterir ve geliştirir. Bu edebiyatın babası kimdir bilmiyorum ama çok yorgun biri olduğunu zannetmiyorum..

Bu edebiyatı yapan insanların tarzı genelde serbesttir.. Yani aruz veznine uyayım, yok cinas yapayım.. tecaili arifane burdan geçse bana ne der gibi bir kaygısı yoktur.. Bu edebiyatın gelişmesine ağır ve yorucu işlerden kurtulma hissiyatı çok destek vermiştir.. Bu edebiyatla uğraşan edebiyatçılarda edebi- yat ın yatmak kısmını bizzat gerçekleştirip edeb kısmından zaman zaman uzaklaşırlardır..

Bu edebiyatçılarımız gün içerisinde sürekli yoğun ve yorgun olarak bilinirler. Hatta bu noktada sinirli ve agresif söz ve efektlerle sanat eserlerini süslerler.. Bu anlamda kimse onlardan bir iş rica edemez..

-çok sıkıntı var, yine mesaiye kalacam, yetişecek çok iş var, imkansız kafamı kaşıyacak vaktim yok, elim ayağım tutmuyor, abi bugun benden birşey istemeyin, püfffff, offfff. v.b. ... sözler bu edebiyatın neredeyse temel taşıdır.. Ama gözler fel fecir okur(nasıl birşeyse felfecir)

Bu tip arkadaşlara geliştirilebilecek tabiki çeşitli edebiyatlar mevcut.. Mesela ''gizli tehtid edebiyatı'' dediğimiz tür bu arkadaşların dilinden anlayabileceği çok sevmeselerde işinize yarayacak bir türdür.. Halk arasında ''aba altından sopa göstermek'' diyede bilinen bu türde yapacağınız çok basit.. işinizin size bakan kısmını yapın ve direkt işi edebiyatçımıza paslayın.. veya sizden çıkarı olduğu bir konunun bahsini açıp ardından bir şeyler rica edin.. sorumluluk onda iken edebiyat değil iş yapacaktır emin olun..

Mesela İsmet iş yapmaz edebiyat yapar, ama onun işi edebiyat yapmaktır.. Öyle değilmi İsmet?
İsmet: Dur abi karyendesin hıçkırığını dinliyorum, sinartrskinin piyonosundan... bugün yine yeşil giymiş...

Salı, Haziran 28, 2005

Kralın Tavsiyesi

Kim istemez sultan olmayi.. Herkesin tek hedefidir.. Ah bi sultan olsam diye yasarız ömür boyu.. Hatta kandan irinden deryalar geçer namerde boyun eğmeyiz.. Öğle değil mi?

Peki siz sultan olmak için neler yaptınız sorun kendinize.. Hiç bir şey değilmi? Olsun geç değil.. Sultan olmayı düşünen gençlere öğütler diye bir kitabın rehberliğinde bu zorlukları kolaylıkla aşarsınız.. Ne olacak sultan olunca? Ne olmazki; istediğiniz gibi at sürebilir ava çıkabilirsiniz.. Keyif sizindir çatın çatabildiğiniz kadar..

Peki sultanlığa denk tutulan kavramlar varmi hayatımızda? Tabiki var.. Ne mi? ''Bekarlık''... Gerçekten öğlemi dersiniz? Bir bakalım.. Şimdi bekar adam dediğimiz arkadaş bir kere ailesiyle kalıyor olmamalı.. Tek yaşıyacak.. En önemli şart budur.. Şimdi sultanın hayatına bakalım tabi o yüce divandan izin çıkarsa;

Sabah kaltı, oda havasız ve loş.. olabildigine sessiz bir sabah.. kimse perdeleri acip sarki soylemiyor.. Neyse kalti ve kahvalti yok.. çay yok. püüffff diyor içinden sultanımız.. ama içinden.. Sonra işe koşturarak gidiyor.. (Tabi her sultanın bir işi vardır) Ve yorulmuş sarayına dönüyor. Kapıyı çalıyor ama saray boş.. Neyse kendi imkanlarıyla giriyor, yemek yok. dunden kalma bulaşıklar.. deli eden bir sessizlik.. ''Amanın ne güzel iyiki sultanım'' diyor içinden.. Hiç konuşmuyor gece boyunca.. Çünkü sarayda kimse sormuyor ''günün nasıl geçti''diye..

Ya arkadaşlar bi bakın şu sultalığa yaa.. Kim söylemişse evlenecek kız bulamadığından kendini avutmak için söylemiş.. Ben size söyliyim.. Bekarlık sultanlıksa, evlilik krallıktır... evlenin evlendirin.. evlenmeyenlere engel olun..

Hayatın tadı

Bu bir soru değil ve cevabı coca-cola değil.

Hayatı doyasıya yaşamak ile ilgili zaman zaman duygusal yönü ağır basan çeşitli sunumlar size de forward ediliyor olmalı. Tavuk suyuna hikayelerle bezenmiş geç kalma git dışarıda hayatını yaşa söylemleri. İki saniye kadar hak verip "ben ne yapıyorum böyle, hayatım akıp gidiyor" dedikten sonra çalan telefona cevap vermeler. Refleks olarak son gelen maile tıklayıp delete basılması ve düşüncelerin üzerine kalın bir örtü çekilmesi. Hazin son.

İnsanın kendi elleriyle kurduğu ve sonrasında hayat amacı yaptığı sisteme dışarıdan bakmak her geçen yıl biraz daha zorlaşıyor.

Çocukluktan itibaren kendinizi akıntıya bırakırsanız göz açıp kapayana kadar emeklilik maaşınızı alan ve çaresizce ölüm için sırasını bekleyenler arasına katılacaksınız.

Neden mi? Akışı biraz analiz etmeye ne dersiniz?

Daha çocukken hayatı anlamaya başladığınız anda eğitim sistemi içerisine alınıyorsunuz, yarış atı için start veriliyor. Ne oyunlara ne de çizgi filmlere doyamadan sınavlar için kurslar, okullar için sınavlar.

Ama öyle dememeli; her şey iyi bir gelecek için, değil mi??

Lise yıllarında üniversite hazırlığı, üniversite yıllarında kariyer hazırlığı, dil kursları vs. Nihayetinde üniversitede aldığınız bilgilere kalın bir sünger çekmenizi sağlayan askerlik hizmeti ve akabinde yine herşeye sıfırdan başladığınız kariyeriniz.

Kariyeriniz için sorgulama başlar: Hani etiketleriniz? Hangi okulları okudunuz? Hayatınızı nerelerde ne kadar çok ziyan ettiyseniz o kadar iyi bizim için. Sistemimize o kadar kolay adapte olursunuz.

Sonrasında yapay bir gülümseme ve "Sürümüze hoş geldiniz koyun bey. Sizi burada yepyeni işkence metotları bekliyor. Gece gündüz çalışmalar, toplantılar, kafanızı kaldırıp dışarıyı izleyemeyeceğiniz seyahatler. Çok eğleneceksiniz."

Tam işinizden elinize iki satırlık tatillerinizde deliler gibi harcayacağını üç beş kuruş geçer ki, hayatınızın kadınını bulursunuz; evlilik. Düğün masrafları, hayatım şunu da alalım bunu da alalım. Herşey alınır ve sırada çocuk vardır. Artık kendiniz ile ilgili plan yapma ihtimaliniz dahi kalmamıştır. Herşey çocuğunuzun aynı kısır döngüyü en kaliteli şekilde yaşaması için. Üstelik artık işinizden çıkarılma korkusu kat kat artmıştır. Sistemin başındaki adam bir kahkaha daha patlatır bunu görünce.

Çocuğunuzun okulu, kursları ve sistemi için paranızı ve hayatınızı harcarsınız. Yaş 50'yi bulmuştur. Ama olsun, herkes sizi imrenerek izliyordur. Altınızda lüks bir araba, güzel bir ev, çocuklar. Daha ne istersiniz ki? Kendinize zaman ayırmak mı? Güldürmeyin beni. Emekliliğiniz var ya..

Emeklilik gelir çatar, ne elleriniz tutuyor ne de gözleriniz görüyordur. Hayattan tat alma yeteneğini %50 kaybetmiş bir bedenle bırakın bir yolculuğu göze almayı evinizden çıkmak istemezsiniz. Ama korkmayın, sistem sizin için herşeyi düşünmüş. Torunlarınızla eğlenebilirsiniz. Yılda iki kez bayramlarda sizi ziyaret ettiklerinde, tabi ederlerse.

Kendini kendi ellerimizle kurduğumuz bu kısır sisteme adamak böyle birşey işte.
Kendinize bir sorun, şu an kimin için yaşıyorsunuz? Kendiniz için mi yoksa sistem için mi?

Sistemin hiç vefası yok!

Pazartesi, Haziran 27, 2005

Bir şehrin ruhu

Modern kent'lerde henüz yakalayamıyor olsam bile her şehrin kendine özgü bir "ruhu" olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Orada yaşayanlar için şehiri bir alışkanlık haline getiren ve ayrıldığınızda üzülmenize bile yol açabilen herhalde şehirin ruhu ve ruhunuzda izlerini bıraktığı yansıması olmalı.

Yaşadığım yerden farklı bir şehiri ziyaret ettiğimde işte o ruhu yakalamaya çalışıyorum. Halbuki dün münihte Frauen kirsche karşısında oturup ortamın tadını çıkarmaya çalışırken birçok yerde karşıma çıkan asyalıların (büyük ihtimalle japon) yeni bir şehri gezmekten anladığının benim bakış açımdan ne kadar farklı olduğunu gördüm.

Üç japon genç, iki kız bir erkek. Ellerinde fotoğraf makineleri, tek yaptıkları makineyi ayarlamaya çalışmak, bol bol fotoğraf çekmek, sonra bir kenarda oturup çektikleri fotoğrafları gösterip gülmek. Gidip bir kitapçıdan o ülkenin fotoğraflarını alıp kendi fotoğraflarını montajlasalar uçak biletlerine harcadıkları para yanlarına kâr kalırdı.

Bir şehri ziyaret ettiğinde en ünlü yerlerini "görmüş olmak" için orada bulunan çok insan olduğunu düşünüyorum.

"Evet şekerim geçen paristeydim, eyfel kulesinin altında.."
"Ay münih olimpik kuleden ne kadar güzel görünüyor ayol"

ve saire..

Görmüş olmak için gitmek isteyenlere kitapları ve fotoğrafları öneriyorum. Şehirler, şehirin ruhunu yakalamak, o insanları anlamaya çalışıp hayata bakış açımızı yani hayatı zenginleştirmek için gezilmeli bence.

Bunu yapmanın en güzel yolu da o şehrin insanlarından biri gibi davranmak, oturmak, kalkmak ve her adımı orada yaşayan insanlar gibi atmaya çalışıp baktığınız her eserde onu yapan kişinin, yaptıran kişinin duygularını anlamaya çalışmakla olur herhalde. Bir daha yeni bir yere gittiğinizde fotoğraf makinesi götürmeyin. Sonrasında hafızanızda canlandırabilmek için içinizde o şehrin izlerini bırakın. Mutluluk verici..

Pazar, Haziran 26, 2005

Gizli Sosyaller

Birak yakamı.. kendimle yalnız bırak beni.. hep en değerli zamanımı alıyorsun dedi sessizce haykırarak teknolojiye.. sakin ve kendinden emin '' yapabiliyorsan sen birak beni'' dedi masum teknoloji...

Neyse biz onlari basbasa bırakalım. Anlaşılan konu derin ve bir o kadarda karışık... Bilgisayarı olmayan yok gibi.. en azından bu yazıyı okuyan herkesin bilgisayarı vardır diye düşünüyorum.. Bende bir arkadaşla uzun zamandır planladığımız bir projemizi hayata gecirdik.. Maltimedya oyun.. oyunun hangisi olduğunu söylemiyim ki reklam olmasın.. Neyse bir haftadır koptum desem yalan olmaz.. Neyden mi koptum.. Gezmeden, televizyondan, sinemadan vb herseyden..

Bir hesapladım bir gunde ortalama 15 saate yakın monitöre bakıyorum.. Gözlerimin yorulduğunu hissediyorum.. Birde bilgisayarın olduğu yerde çok yakınımda solda televizyon var.. tam ateş altındayım.. İyice başım ağrıyor ve bu maltimedya projesi 3-4 hafta daha surecek gibi duruyor.. sonunda nasıl olurum bilmiyorum.. radyasyondan saclarim turuncu çıkacak heralde..

Aklıma geldide ne zaman bilgisayarla vakit gecirmeye baslasam sosyal hayattan kopuyorum.. Hatta cogu zaman kafayi bir kaldiriyorum herkes yatmis.. Bu şu mu demek; iyi bir teknoloji kullanıcısının sosyal hayatı sıfıra yakındır..

Çünkü bendeki bu durum çok insanda var olan bir olay.. Bir yanda gerçekten aktif sosyal hayattan kopan kişi bilgisayar başında internette veya farklı bir platformda çokta sosyal olmayan bir görüntü çizebiliyor.. Ama çok farklı konularda değişik kaynaklara ulaşabiliyor ve keyifli bir halde bilgi kaynakları edinebiliyor.. Buda aslında sosyalleşmede bir boyuttur. Böyle bir durum karşısında sosyal olmanın tanımı nedir peki? İnsanlarla iletişimse nettende yapabiliyorsunuz.. Yani bilgisayar basındaki kişinin pasif veya gizli aktif diyebileceğimiz bir sosyal hayatı var diyebilirmiyiz?

Ama herkesin bildiği sosyal hayat tanımlarına uymadığı için antisosyal deniliyor.. Bence böyle insanlarda sosyal.. ama biraz gezse dolaşsa iyi olur.. Sizde gizli sosyallerdenmisiniz?

Cumartesi, Haziran 25, 2005

İkinciyim Keyifliyim

Yarış atına dönmüşüz. Koştur koştur ama nereye ne için.. Yok en başarılı olacam, yok en iyi olacam., en en en... bitmez bu enler.. Bir şekilde insanlar kendilerine bir en seçer ve çabalarda çabalar.. Rekabet duygusu gelişmiş ve geliştirilmiş bir milletiz..

Hatırlasanıza okul dönemlerinizi.. Çocuğa ilk soru. Sınıfta kaçıncısın, kaç aldın senden daha iyi alan varmı? İş yerinde konumun ne? Ne kadar alıyorsun? Hep bir karşılaştırma ve rekabet kokuyor.. Böyle bir psikolojide insanlarda tırmalayıp duruyor..

Bu her ortamda rekabet duygusunun bu denli gelişmişliğini yurt dışında farkettim:) Adamlar çok rahatken ben kasıyorum en iyi olacam diye.. olmadık mı olduk ama kime fayda:) Özellikle güney amerikalılar acaip rahat adamlar.. Vurdum duymazlık derecesinde.. Denedim zaten vurdum elemana duymadı. Meğer kulağına vurmusum:P

İşin böyle bir realitesi varken insanlar görünüşte yok abi ne rekabeti herkes kendi yolunu çiziyor diyerek rekabette farklı bir strateji peşinde:)) göz ucuyla gözlemler yapıyarak fırsat kolluyor.. İçin için seviniyor bazen:) İlginç bir manzaradır. Rekabeti sevmiyorum diyip gizli gizli atağa kalmalar falan. Halbuki dışardan o kadar belliki..

Anlıcağınız biz bu rekabet olayına iyice aıştırılmışız.. Biz yarışmaktan ve yarıştırılmaktan vaz geçemicez bu gidşile.. O zaman bir tavsiyem olacak..Yarışların en iyi derecesi birinciliktir malumunuz.. ve ilk üçe ödül verilir.. Tabi bu derecelerin insanda oluşturduğu psikolojiler yok değil.. Birinci her zaman acaip sevinir sonuç açıklanırken ama anında birniciliğin vermiş olduğu sorumluluk duygusu kaplar ve bunu korumalıyım baskısı bariz ortaya çıkar.. Bu öyledirki artık bu kişi için ikincilik başarısızlıktır:) Üçüncü ise geçemediği iki kişi olduğunu zaten yarış esnasında görür.. Ama buna rağmen başka bir kişiye geçilmeyerek dereceye girmiş olması onun için başarıdır.. Belki birinci kadar sevinemez ama onun kadar baskı altında değildir.. Bilakis birinci olmak için hırslanırda..

Ama ikincinin durumu çok farklı.. Belki birinci olamadı ama birinci olabilecek kapasite olduğunu hissettirdi. Ve daha sonrası için birincilik için hırslandı.. Kaldıki en başarılı ikinci dereceyi aldı ve dikkatleri çok üzerine çekmeyerek baskı altına girmedi.. Yani en mutlu ve keyifli ikinci oldu ve birinci olup milletin haset, kıskançlık gibi duygularına hedef olmayarak düşman edinmedi.

Ben derim ki; hedef ikincilik olmalı.. Daha ağrısız daha keyifli.. Otomotive Türkiyede yön veren ikinci kişi olarak bunun keyfini bildiğim için söylüyorum... İsmet sende iki kişinin olduğun yarışlara katılarak bende ikinciyim deme:) seni uyanık sonuncu.

Çarşamba, Haziran 22, 2005

Büyük, Orta ve Küçük

Bir şey ki; bunun küçüğü olur büyüğü olur.. Yani irili ufaklıdır.. hatta ufak olana ufaklık bile denir bazen:) onunla kavgada edersiniz oynarsınızda.. sizin arkadaşınız gibidir bazen.. Hele küçük olunca insan bir başka sever.. gıdıklar şakalaşır ve aklınıza gelebilecek herşeyi yaparsınız.. Size kısa süreli kızsa bile hemen gönlünü alabilirsiniz.. Büyük oluncada bu sefer o size aynı şeyleri yapar.. Sizinde büyük olduğu için bir saygı gösterirsiniz.. Ewet ''karındaş'' kökünden gelen kardeşten bahsediyorum..:) Yani aynı karından çıktığı için demişler karındaş diye.. Sonra karındaş diye diye kardeş olmuş bugünkü haliyle...

Dediğimiz gibi aynı karından çıkan kişilere kardeş denir.. :) Böyle bir tanımı başka bir yerde bulucağınızı sanmam.. Tabi böyle bir mantıkla olaylara baktığımızda hemen ilginç kelimeler üretebiliyoruz ve türkçemizi tüketebiliyoruz:) Bir kaç örnekle nedemek istediğimi ifade edeyim.. Mesela aynı duraktan binen insanlar durakdaş, aynı otobüsten inenlere otobüsdaş diyebiliriz.. Gördüğünüz gibi bunları çoğaltmak mümkün.. Ama bu ''daş'' ların en önemlisidir karındaş (kardeş)..

Aile çekirdeğidir toplumun ve çocuk neşesidir bu çekirdeğin.. çocuklar bir kaç tane olabilir tabiki.. ama daha çok çocuk daha fazla neşe mi demek bilmiyorum. Belki bazen.. Peki böyle bir yapı içinde siz ailenize neşe getiren kaçıncı kişi olmak isterdiniz? Demek istediğim şu; içimizde ilk çocuk olan var ortanca grubundan olan var ve tekne kazıntısı denilen son çocuk olan var:) Bunların herbirinin birbirine göre avantajları ve dezavantajları var.. Bunları anlatmak aslında çookta ilginç değil nasıl olsa herkes bu avantaj veya dezavantajları yaşıyor..

Ama bir bakalım neymiş bu avantajlar.. İlk olarak büyük çocuktan başlayalım.. Bir kere ailenin ilk heyecanıdır. İlk misafiridir.. İlk torundur.. ve nice ilklere imza atmıştır.. Ama ebeveynler bu işi nasıl yapacaklarını çözmüş ve ne kadar istesek yaparız düşüncesiyle ve ilk çocuktan aldıkları cesaretle ortanca grubuna dahil olacak çocuk neşe kaynağı olarak gelir eve.. Ama bu çocuğun pek bir ilke imzası yoktur.. ve direkt karşılaştırılır.. Bu daha çirkin, yok bu daha hareketli gibi.. tabiki bu hızda bir aileye üçüncü çocuk yoldadır bile.. ebeveynler duralım dedikleri an son gelen çocuk bir anda tekne kazıntısı olur.. Bunun kendisine ne gibi bir etki yapacağını bilmeden büyürler..

Herşeyinin küçüğünü seven bir millet olarak son gelen çocuk her zaman bir öncekilerin papucunu dama attırır.. Kardeşler arasında iyi kötü bir sürü gün geçer.. Her anlaşmada o küçük sen abisin/ablasın diyerek büyük olan susturulur.. O her zaman korumaya ve akıllı davranmaya mecburdur.. Madem önce geldin yükümlülüklerin var:) küçük çocuk ise ne yapsa hoş karşılanır.. Aman çocuktur denir.. herkes İlk onunla ilgilenir.. Bilirki kendinken büyük kardeşleri ona yardımla yükümlüdür:) Bunu bazende kullanır.. Aslında bu en avantajlı bir konumdur gibi geliyor bana.. Diğer yandan en büyük kardeşin otorite kurarak baskısıyla bir kral hayatı yaşaması ihtimaller içindedir:)

İşte ne olduğu belli olmayan grup ;ortancalar.. Yani ne büyük ne küçük.. Bazen büyük gibi davranırken bir anda küçüklük misyonunu temsil etmelidir.. Bu grubu ben çavuşlara benzetiyorum.. büyük kardeşine hırslanıp küçük kardeşi üzerinde baskı kurabilirler..:) Ama çocuğun psikolojisinin en zor anlarını yaşadığı konumdur ortanca:)

Bu kadar çeşitliliğin içinde size tercih hakkı verilseydi hangi konumda olmak isterdiniz? Veya şu anki konumuzun avantajlarını ne kadar değerlendiriyorsunuz?

Salı, Haziran 21, 2005

Hatasız Kul Olmaz

''Hatasız kul olmaz hatamla sev beni'' bunu bir yerlerden hatırlıyormusunz.. tabiki ünlü düşünür Müslim Gürses in sözleri bunlar.. Adam o kadar durarak konuşuyorki heralde zamanımızın en büyük Türk düşünürlerinden biridir kendileri :))

Hata yapmak dünyanın en doğal haliyken, tüm sistemler hatasız olmak için kasarlar.. yok sıfır hataymış gibi.. Ozaman bu insanın doğasına aykırı.. öyle değil mi? Böyle bir sistemin için de demekki insanlar rahat çalışamıcak:)

Eskilerin bir sözü vardır.. ''sakındığın göze çöp kaçarmış''.. peki bu nedek.. Anlatayım.. Bu sen bir şeye çok dikkat edersen mutlaka o dikkat ettiğin şeyle ilgili bir dikkatsizlik aparsın.. Yani sıfır hata yapıcam diye hata yapma lasılığını arttırıyorsun aslında.. Bu bize sistemlerin çok fizible olmadığını mı gösteriyor dersiniz ? Bir bakıma ewet diye biliriz buna..

Gelebilecek karşı fikirlere hemen bir cevap vereyim.. Tabiki bu sistemler içinde hatalar oluyor ve bunun için düzenliyici ve önleyici faliyetler gelişiyor:) yani hata olmuyor değil oluyor ve yine sistem içinde düzeltilmeye çalışılıyor.. Alternatif mi ne olmalı? Aslında bunu çokta düşünmüş sayılmam.. hıımmm kim sordu bu soruyu yaa:)

Bu konuda yazmak hiç aklımda yoktu ama fabrikada şu tabela dikatimi çekti: '' HEDEF 'O, HATA'' :)) Ben bunu direkt hedef o hata diye okudum.. Yani bir hata var ve herkes o hatayı yapmaya çalışıyor gibi bir anlam:)) Beni gülümsetti, teknik müdür arkadaşlada paylaştım.. İlginç herkesin bildiği bir hatayı işletmenize hedef koyuyorsunuz.. Bahsedilen hatayı kimse bilmiyorsa herkes bulmak için bir çok hata yapacaktır.. Nede olsa hedefimiz o:)) Gerçekten hedefinin sıfır olan bir sistem içinde komik duruyor böyle bir tabela:)

Umarım çalışanlardan yanlış anlayan olmamıştır:))

koşmak, yürümek, durmak..

Ya ileri adım atıp büyürsünüz ya da geriye adım atıp güvenli bir köşeye sığınırsınız.
Abraham Maslow, 1908-1970, Amerikalı Psikolog

Marjinal'in e-bülteni her zaman keyifli. Sektörleriyle pek alakam olmasa bile yazılanları okurum.

Büyümek istiyor musunuz?
İnsan küçükken büyümek ister ve büyüyünce küçüklüğüne özenir.

Kariyer'de buna benzer durumlar içerebiliyor. Bazıları kariyeri boyunca koşar, hep daha iyisi olmalı, bir sonraki adımı atmalı, hızlı olmalı, çabuk gerçekleştirmeli. Sonunda ya nefesi kesilir yığılır, ya bitiş bayrağına ulaşır ve derin düşüncelere dalar ya da önce yavaşlar, sonra yürümeye başlar.

Bazıları adım adım ilerler. Yavaş ama emin adımlarla. Koşanlara baktığında özenir, üzülür. Zamanla gerisinde kalan koşanlara acır, ama her zaman bitişe ulaşır. Bitişe ulaştığında kendisine verilen 10.'luk payesi olsa da.

Bazıları yürümez, koşmaz, oturur ve düşünür. Koşanların en sonra yaptığını en başta yapar. Bazen yürümeye karar verir, bazen sadece oturur, umursamaz. Sonunda herkes yerin altına girecek nasıl olsa. Kendini üzmenin ne alemi var, der. Haklıdır böyle düşündüğünde, ama tembelliğindense oturması haksızlıktır yaptığı.

Bazen ise bunlardan herhangi biri önüne kestirme yollar çıkar. Bir anda hak etmediği halde birinci bitirir yarışı. Bazen şımarır, bazen farkına varır elde ettiği şansın ve kıymetini bilir.

Kariyer ilginç bir yolculuk. Ama en ilginç yanı ilerledikçe karşılaşılan sürprizleri ve sonunda geriye dönüp baktığında düşündürdükleri olmalı..

kaos ve düzen, memleket meseleleri

Avrupa ziyaretlerinizde ilk dikkatinizi çeken genellikle sessizliktir.

Hele İstanbul'da yaşayan (savaşan) biriyseniz kendinizi huzurevine gelmiş gibi hissedersiniz. Temizlik, düzen, tertip bir yanda tam tersi karmaşa, kaos, gürültü bizim tarafta. Düzen, tertip aslında özlediğiniz birşeydir.

Kendinizi avutmak için önce "ölü bu şehirler, adamlar yaşamayı bilmiyor" gibi kendinizin bile inanmayacağınız bir yalanı mırıldanır, sonra kurdukları düzen üzerine kafa yorarsınız. Aslında neden; bugüne kadar bir iki iyi yönetici dışında memlekette taş üstüne taş koymuşların sayısının az olması görünse de gerçekte her insanın içine işlemiş olan bencillik duygusu.

İstanbul trafiğinde hergün bunu alenen yaşıyorsunuz. Ani çıkışlar, sinyalsiz geçişler, kemersiz oturuşlar.. Durum "kurallar bizi bozar" dan farklı birşey. Durum kendimizi herkesin ve herşeyin üzerinde görüyor olmamız. Çünkü bize göre bizden daha önemli birşey yok.

Bencillik herkesin kendine özgü kurallarını koymasını, başka herşeyi yok saymasını, bu durum ise kuralların çatışmasıyla karmaşa ve kaosu doğuruyor. Öylesine bir kısır döngü ki iyi niyetli insanlar bile kurallara uyduklarında kendilerini "enayi" yerine konmuş hissediyor. Vergisinden, trafiğine her alanda.

Kurtuluş ne diye kendime sorduğumda şımarık çocukların disiplin edilmesi için gerektiğinde çok sert veya zorunlu bir hareketin gerekebileceğini düşündüm. Toplumsal hareket alanlarında başkalarının hakkının yenmemesi için öyle sert kurallar ve o kadar ağır cezalar konmalı ve afsız, bağışlamasız yaklaşmalı ki bir iki kişi trafikte ufak terbiyesizliklerine 500'er milyon ceza aldığında bakın bir daha kimse yineleyebilecek mi.

Hükümetin Avrupa birliğine üyelik telaşını da ben bu boyutta algılıyorum. Kendileri yapsalar kaostan faydalananlar ve göbekleri yüzünden arabalarına sığamaz hale gelenler öylesine feryatlar koparacak, çamurlar atacak ki hükümen yaptıklarına yapacaklarına pişman olacak. O halde Avrupa'ya tabi olalım, ne diyorlarsa kabul edelim. İtirazı olan? Buna bile homurdananlar varsa durumun vehameti ortadadır.

Düzen, iyi insanların kaos ise kötü insanların ödüllendirilmesi anlamını taşır. Bizler kaotik yapımızla kötü insanlara prim veriyoruz, bu ise iyi insanlara kötülüğü özendiriyor.

Avrupa birliği dağılmadan şunların en azından düzenlerine tabi olsak gam yemem. Sonra dağılırsa dağılsın. Biz kendimizi kurtarmaya bakalım.

Pazar, Haziran 19, 2005

Giyinirmisiniz Giydirelim mi?

Jopon bir sosyolog Toshiya Ueno'nun bir sözü vardır iş dünyasına mal olmuş.. '' Kıyafet kişinin dışa yansımasıdır. Çalışmak ise kendisidir.'' der Ueno.. Der demesinede kim sallar seni Ueno:))

Tabiki biz sallıcaz.. Adamı küçümsemeyin arkadaşalar.. Kendisi avrupanın bir çok ülkesinde moda tasarım ve bilgisayar üzerinde geliştirdiği kariyerle çok iyi tanınan biri.. Tanımayanların hayatının yarısı boşa gitmiş.. Bari diğer yarısında tanımaya çalışsınlar.. Neyse konumuz Ueno değil söylediği söz..

Kıyafetin bir dili vardır diyebiliriz.. Siz konuşmasanızda o bir şeyler söyler sizin hakkınızda.. Ben sportifim, resmi biriyim, relaxım, sıra dışıyım veya zevksizim gibi:) çoğu düşünce yapısının simgeleri olmuş giyim tarzları bile geliştirilmiştir.. Kıyafet bizim bir yerde dilimiz oluvermiş.. İnsanların kıyafetleriyle karşılanıp fikirleriyle uğurlandığına inanan bir toplumda ilk intibaların kıyafet ağırlıklı oldunu hepimiz biliyoruz..

Demek bu kadar önemli giyinmek.. Peki giyinmek şart mı? :)))) Yok bu soru ciddi değildi. Burdan soyunun diyecek halimiz yok.. Sonra herkes soyunur benden bilirler:P Dikkatinizi sündüreceğim nokta kıyafet bu kadar önemli iken biz ne kadar dikkat ediyoruz? Ben çok kişinin dikkat ediyo biz sen kendine bak dediğiniz duyar gibiyim, gibi gibiyim:) Gelin bunu kıyafetin ilk planda önemli tutulan iş ortamlaı için konuşalım..

İş ortamlarında doksanların başına kadar klasik bir tarz hakimken son on senede değişen fikirler insanları takım elbiseden kurtardı. İyimi oldu? bilemem.. derken bazı günler serbest giyim söz konusu olurken serbestliği abartanlar oldu.. Bu konuda şirketler terlikle, hawai gömlekle gelen tipler için kıyafet kurallarını belirledi.. Bugün çoğu firmada ölçülü serbest giyim söz konusuyken takım elbise alışkanlığımız hala sürüyor..

Bu arada bir çok fikir veren insanlar var.. Takım elbise giy kesin.. ciddi ve otoriter gözükürsün derken diğer taraftan rahat kıyafetler giy rahat ve ulaşılabilir biri olduğun anlaşılsın diyebilirler.. Bide bunların dışında sizin zevkiniz gibi önemli bir parametre vardır..

Peki sizce tavsiyelerle bir strateji takip edercesine mi giynmek lazım yoksa benim zevkim budur ben neysem oyum kardeşim, laf söyleyenin karnını deşerim düşüncesiyle mi giyinmek lazım..

Siz iş yerinizde neyi öngörüyorsunuz?

Cumartesi, Haziran 18, 2005

Her Hata Adımdır Başarıya

Rus şair Marina Tsvetayeva'nın başarı hakkında yazdığı şiirlerini hepimiz biliriz.. Şöyle der:

Başarıydı elimdeki çiçeği tutmak;
Dikeni kanatsada elimi
Kanatmak başarısızlıktı bazen,
Ama başarısızlık başarıydı şuan..

O zaman akla şu soru geliyor.. Başarısızlık başarıya giden bir yolmu açıyor bazen vea her zaman? Her yerde başarı adına hikayeler görürüz.. Herkeste başarılı olma isteği vardır.. Ama başarılı insanların defalarca başarısız oldukalrını unuturuz bir anda ve her başaramadığımızda güvenimizi kaybederiz.. Hata yapmaktan korkan bir milletiz.. Kim ne derse desin.. Yurt diışında bir çok milleti bir arada görüp onlarla 5 ay yaşamış biri olarak bazı gözlemlerime dayanarak iddia ediyorum bunu..

Hata yapmaya cesaretlendirelim birbirimizi:) Biraz ilginç bir yaklaşım oldu.. Ama emin olun kimse yanlışı bilerek yapmaz.. Yanlışlık tanımı içinde kasıt yoktur.. Ozaman insanlar başarıya giden yolda yanlış yaptıklarında daha az etkilenecekler.. Çünkü bu insanın gereği.. Beşer şaşar..

İyi de ne olacak.. Olacak şey belli.. Bu süreçte bence başarısızlık hikayeleri piyasaya çıkarılmalı.. İnsanlar başarılı hikayeleri okurken bunlara özenir ve yaptığı stratejiyi uygulamaya çalışır.. Ama bir başarısızlık hikayesinde yanlışın nerede yapıldığını görebilir.. Böylece bir stratejiyi uygularken nerede hata yapabileceğini kestirebilir. Belki bu noktada daha soğuk kanlı olabilir..

Ne dersiniz Başarısızlık hikayeleri daha faydalı ve eğlenceli olmaz mı? Sizce kitapçıda gördüğünüz ''edisonun başarısı'' veya ''edison 100. kez başaramadı'' kitaplarından hangisini alıp okursunuz? Sizce hangisi daha ilginç.. Bence piyasaya özellikle başarılı insanların başarısızlık öykülerini anlatan bir kitap çıkmalı.. Çıktıysa biri beni haberdar etsin:) Böylece başarılı ve ulaşılamaz bildiğimiz insanlarında bizim gibi hatalar yapabildiğini görelim ve başarının bizden çokta uzak olmadığını özümseyelim..

Başarıya giden yol başaramamaktan geçer... Ne dersiniz?

Muhabbet amcalar; yaşlılara dair

Hiç başınıza geldi mi bilmiyorum.

70'lerinin üzerinde bir insan uzunca bir süre beklemek zorunda olduğunuz terminalde sizi gözüne kestirir. Usûlca yaklaşır, ustaca bir hamleyle ilk adımı atar.

-Evladım hukukçu musun sen.
- Evet amcacım.

derken kendi çocuklarından, torunlarından, onların hayatları ve kariyerlerinden bahseder. Her birinin başarısı onu kendi başarısıymış gibi gururlandırır. Gözleri parıldar anlatırken.

Böyle insanlara hiç kıyamam. Tüm anlatacaklarını bir bir dinlemeye, mümkün olduğunca gözlerimi ayırmamaya ve onu tamamen onayladığımı hissettirmeye çalışırım. Çünkü çok iyi biliyorum ki günün birinde onun yerinde ben olacağım.

Bir söz vardır ya, akıllıdan daha akıllı, onların akıllarından faydalanandır diye. Yaşanmış ve sonlarına gelinmiş kocaman bir ömür. Her biri bambaşka açılardan bakmış, bir hayatı bitirmiş. O kadar dolu haldeler ve kendilerinden sonra geleceklere anlatacakları o kadar çok şey var ki.

Halbuki biz, onları toplumdan iterek kısır bir döngüye neden olmuyor muyuz? Her seferinde tekerleği yeniden icat ediyor, amerikayı yeniden keşfediyoruz.

Günün birinde, bir yerde otururken yaşlı ama muhabbete bayıldığı her halinden belli bir amca, teyze görürseniz lütfen yanına gidin, ilgilenin ve onu biraz olsun dinleyin. Hayatı daha yavaş, anlayarak, hissederek yaşamanın sırları belkide onlardadır.

Perşembe, Haziran 16, 2005

Hodri Meydan

''Bir eleştridir gidiyor'' diye seslendi Helana kızgın ve bitkin.. Andre kafasını kaldırmadan: ''iyi o zaman bu işin nasıl yapılacağını herkese gösterecem. Lord Klaretes te buna dahil'' dedi ve koşarak uzaklaştı.. Bu repligi unlu polonyalı vede kolonyalı bir senaristin ''gerçeğin yapraktaki gölgesi'' isimli oyunun ikinci perdesinden alınmıştır...

Ewet eleştriyoruz.. Kimi zaman kendimizi çoğu zaman karşımızdakini. Bence insan gördüğünü eleştriyor.. Zannediyorum aynaya az bakıyoruz.. Neyse konumuz eleştirden daha çok kabağın siyatiğe iyi geldiği... Değil tabiki.. eleştri yaptıklarımıza iyi bir alternatif koyabilmekle alakalı.. Ama bunu biraz daha daraltarak demek istediğimi anlatıcam..

Hepimiz reklamları eleştririz.. Çok reklam seyreden biri olarak beğendiğimiz ve gıcık olduğumuz bir sürü reklamın var olduğunu söyleyebilirim.. Hep burda su hatayı yapmışlar yok bu saçma şurası şöyle burası böyle.. Peki o zaman hepsini kabul ediyorum ama... Hodri meydan hadi bakalım bir ürün seçin ve kendi reklam senoryonuzu paylaşın.. İlki benden... :)

Ürünümüz bir saat.. Hani şu swatch ın kendi içinde enerjisini üreten pilsiz olanlar varya onlardan biri... Reklam şöyle başlıyor.. Bir karışıklık belliki kaza olmuş hemen ambulans geliyor ama bir izdiham var bir adam yaşlıca.. Hemen sedyeye konup ambulansla hastaneye süratli bir şekilde götürülüyor.. bu arada ekranın alt köşesinde kronomotre çalışıyor.. hayat ve zaman.. derken acile geliniyor ve oradada bir telaş hasta hemen içeri alınıyor kalp atışlarını görmek için makineye bağlanıyor ama kalp durmuş.. gergin ve telaşlı bir ortam.. derken herkes ümidi kesiyor ve başından ayrılırken genç bir doktor kolundan saatini çıkarıp yaşlı adama takıyor veee kalp atışları ekranda görünüyor herkes bir şaşkınlıktan sonra çok seviniyorlar ve herkes saatin başına toplanıyorlar...tam o zaman saate zoom yapılıyor ve.. ''sizi yaşama döndürür'' gibi bir slogan ve SWATCH...

Sıra sizde. Hadi bakalım gösterin kendinizi.. Eleştirmek kolay.. Kolay gelsin:)

Size Söz Veriyorum

İnsanlar konuşur.. İlginç değil mi? Siz en son ne zaman konuştunuz? :)) Çok orjinal bişey sanki sorduğumda. Neyse..

Birkaç gün bloga yazamadım.. yani kendi iş yoğunluğumdan dolayı bir yorgunluk beni iki akşamdır egzost yapıyor..:P Yorgunluktan ve uykusuzluktan sağlıklı düşünemiyorum. Bu arada sevgili tipyedinin yazdığı bir yazı ile tepki toplamış.. Bu konuda bişeyler yazmadan kendi konuma geçemicem.. Biz eğlenelim diye güzel şeyleri güzel bulduğumuz ilginç şeyleri bizimle beraber paylaşmak isteyenlerle paylaşmak istedik.. Ama tartışmak değil.. İşten geldiğimde bi yorumlara baktım ama inanın tam olarak nelerden bahsedildiğini anlayamadım.. yaa neyse işte diyorum ki güzel güzel seviyeli yazışalım.. bakın hem biz blogkardeşiyiz..:) o bir fikirdi ve üstünden bununla beraber 3. yazı geçiyor..

gelelim kendi konumuza.. Son zamanlarda dünya basınını yerinden oynatan bir konudan bahsedeceğiz bugun.. Yaşanmış hikayelerden çıkarılan sonuçların olsun tarihten bu güne kadar olayların neticesi sonucumudur bileme ama bir inanmışlık olan sözler vardır..

''toprağın nemli olduğu zamanda evlenmek, elma kurdunun kelebek olma hayali gibidir.'' gibi sözlerden bahsediyorum.:)). İlk başta bir anlam verilmesede mutlaka bu gibi sözlerin bir hikayesi vardır.. İşte zamanın birinde diye başlayan.. Bu tip sözler oldum bittim komik gelmiştir.. Ben bile vatandaş faydalansın diye üretip kullandığım olmuştur:P

Bunları kim söylüyorda kim yayıyor diye bir soru sormicam.. Benim gibi adamlar söylüyor ve sırf geyik olsun diye yaymaya çalışıyor..:) sizin içinde biraz örnekliyim..

''Gömleği beyaz olana soslu makarna mecnunum dermiş'' (bir sonraki yazıyla ilgili) :))
''Kayalık köyün öküzü sağır kuzudan daha neşelidir'' Burda bayramlarda temiz giyinilmesi kastediliyor:)
''bahçesinde çam ağacı olanın evinde et pişermiş'' Buda eski zamanda yaşanmış muhtemelen önemli süsü verilmiş gereksiz bir söz:))

İşte böyle sevgili okuyucu potansiyeli:) Sözler vardır duyduğumuz sözler vardır uydurduğumuz..
Bunları kulağınıza küpe olsun diye söylüyorum. Eee ne demiş büyüklerimiz: '' Küpesi kulaksız olanın kızıda bıyıksız olur'' yaaaa..

Çarşamba, Haziran 15, 2005

kendini iyi pazarlama = başarılı kariyer

kariyer insan kaynakları tarafından bir bilim dalı haline getirilmeye çalışılıyor. biraz işletme, biraz psikoloji.

Eski insan kaynakları müdürlerine bakarsanız birer insan sarrafı olduklarını görürsünüz. ne yetkinlik, ne üç beş faktör testleri, ne sertifikalar. Odasına girersiniz, size çok basit bir iki soru sorar ve odasından çıkarsınız. Sizi o on dakika içerisinde yılların tecrübesiyle kafasında oluşturduğu filtreden geçirmiştir. Ya dışarıda kalırsınız ya içeride.

Yeni nesil insan kaynakları yöneticileri ise yeni olmalarından dolayı işi biraz daha yardımcı kitaplar eşliğinde götürmek ister. Sanki hiç değişmeyecekmişsiniz ve işe girme stresine rağmen kendinizi muhteşem ifade ediyormuşsunuz gibi yetkinliklerinizi tartmaya çalışır. Firmanın yetkinlik sözlüğü içerisinde özenle pozisyonunuz için seçilmiş olanlarla karakterinizi eşleştirmeye çalışır.

Eğer kendini iyi pazarlayabilen biriyseniz işe alımlarda işiniz kolaydır. Önemli olan onlarla aynı dili konuştuğunuzu mutlaka görmeliler. Bunun için başvurduğunuz pozisyonun literatürünü ve çalışacağınız firmanın alışkanlıklarını önceden öğrenmek büyük önem taşır. Örneğin bir planlama mühendisi olarak işe başvuruyorsanız ve gantt chart'ın adını ilk defa duyuyorsanız işiniz zor.

Sonrasında da dışarıdan gelen tepkilere kulaklarınızı tıkayıp kendini pazarlama aktivitelerine aynen devam etmelisiniz. Unutmayın ki yöneticilerinizin pekçoğu işlerinin yoğunluğundan hangi elemanlarının hangi işi nasıl yaptığını göremez. Kendinizi göstermek için iyi zamanlamalı ve bol grafik, az yazılı kısa sunumlar hazırlayın. Başarılarınızı reklam edin.

Göze sokulmayan başarı başarı değildir.

salça beyaz gömleği pek bir sever

Murphy yasalarını bilirsiniz.

Bir işin ters gitme ihtimali varsa o iş ters gider.

Hele ki siz o gün genel müdürle baş başa bir toplantı yapacağınızdan çok titizseniz, bembeyaz gömlek giydiyseniz, yemekte makarna sosu varsa o küçücük sos kepçesini sıcak sosa usuulca bıraktığınızda kolunuzun yarısını kaplayacak kadar üstünüze sos sıçraması ihtimali bile varsa sıçrar. (az önce yaşadım ordan biliyorum)

Zaten domates sosu denen şey beyaz yüzeyler üzerine sıçrama eğilimindedir.

Yapılması gereken oldukça basitti aslında;

Önemli bir işiniz varsa her ihtimali düşünün, ortadan kaldırılması mümkün olanları kaldırın, kalanlar için ise yedekleme yapın.

Mesela ben yemeğe gitmeyebilirdim, yok gitsem bile makarna almayabilirdim, alsam bile sos dökmeyebilirdim. Üstelik üstüme başıma sıçradıktan sonra ağır abiyi oynamayıp kalkıp hemen lavaboya koşabilirdim.

Amaaa, tüm bunların olabileceğini önceden düşündüğümden ceketimi yanıma almamıştım. Ceket sağlam olduğuna göre sevgili patronumun yanına ceketle çıkabilirim. Ceketi çıkar rahat ol deme ihtimali var mı? Var, o halde kesin diyecek.

Siz siz olun risklere karşı yedekli çalışın. Her önlemi alın. Bana bişey olmaz abi demeyin, oluyor.

ütü yaptım bulaşık yıkadım blog oldu

blog sitelerini geziyordum.

kafama takıldı, tamam; biz kendi aramızda hayata dair aklımıza takılanları tartışıyoruz, kimi arkadaşlarımız pazarlama, kimileri tasarımdan bahsediyor, bazıları yemek bilgileri veriyor, hikaye kabiliyetlerini sergileyenler, duygularını paylaşanlar, kendine kendini anlatanlar, anlamaya çalışanlar, sorular soranlar var..

ama bazı bloglar var ki.

"bugün ütü yaptım, evi süpürdüm, tezimle ilgili bilmemkimle (onunda blog sitesi var) bütün gün konuştuk, akşam kocam geldi ay ne olacak nasıl yemek yetiştiricem ona, akşam televizyon seyretti uyuduk, yıl sonunda türkiyeye gelsekmi gitsekmi"

"hafta sonu arkadaşlar geldi, geyik yaptık çantadan tavşan çıkardık. bitti"

"ben pariste iki kısa saçlı kız gördüm, ne zamandır insanlarla konuşmuyordum, konuştum, içtim başım döndü kustum"

bu ne yaaaaa dedim kendi kendime.
bu tür blogların yayıldığını bir düşünün! sonra google'ın tüm bunları indekslediğini. siz ütü yazacaksınız, karşınıza ütü markaları veya yorumlar değil bugün ütü yaptım diyen binlerce site çıkacak.

hayat rutininizden bize ne?
insanlara birşeyler kattığını, bakış açılarını değiştirdiğini hadi bunu bir yana bırakın;
size, sadece kendinize birşeyler kattığını dahi düşünmediğiniz birşeyi, çöplerinizi neden internete atıyorsunuz?

Salı, Haziran 14, 2005

Test-i Kişilik

''Muhafızlar yakalayın ve teste tabi tutun''.. Bu sözü çoğumuz bir padişahın ağzından duymuşuzdur.. :) Ewet dediğinizi der gibiyim.. Uydurmayın!! padişah mı kaldı bu devirde:P Sizede ne desem eweeeet diyorsunuz, İsmet gibi :P

Sevgili haşmetli sultanımızın dediği gibi bazı şeyler teste tabi tutulur.. Biz padişahları hep lezzet tezti yaparken hatırlarız flimlerden.. Aslında onlar çekme, gerdirme, yüzey pürüzlük testleri gibi nice testleri yapmış ve bunlardan kıvanç duymuştur.. :) Duymuştur duymasına ama kişilik testi diye bir şey duymak nasip olmamıştır onlara.. Ozamandaki insanların kişiliksiz demek değildir bu.. bunu anlamı insanların böyle bir şeye ihtiyaç duymadığıdır..

Bugün varda ne oluyor? Nedir bunu gerektiren şey? Niye artık kişilik testleri var.. Ben size söyliyim.. İnsanlar psikoloji olsun davranış bilimi olsun hep uğraşmışlar.. İşin aslı her zaman kişilik analizleri var olmuş.. Ama günümüzde artık daha somutlaştırılmış bu testler.. Peki var mı doğruluk payı? Ne kadar güvenilir? Uğraşmaya değer mi? Ben bu işin bencesini söyliyim size:)

İşe yarar.. Bu kadar:P değil tabiki.. İşe yarar diyorum çünkü; zaten bir karmaşa olan insan davranışlarını %60 tutturma gibi bir olasılık ilişkilerinizi daha sağlıklı ve uzun vadeye taşıyabilir..

Özellikle iş hayatınızda uygulayabileceğiniz tesbitlerle daha stratejik hareket edebilirsiniz.. Bu konuyla ilgili uzun süredir çalışıyorum.. Uygun ve mantıklı bulduğum bir kişlik testi yöntemini daha basitleştirip daha net görüp değerlendirebileceğim bir hale getiriyorum.. Böylece insanların hareket ve sözlerinden nasıl biri olduğu hakkında aşağı yukarı bir fikrim oluyor..

İş yerinde kariyeriniz için kesinlikle faydalı.. Bu güne kadar yaptığım denemeler ve tesbitler beni çok yanıltmadı.. Zannediyorum İlişkilerdeki hadikap ve bilinmezlikleri gidermek adına iyi bir yol olabilir ne dersiniz? Ne demezsiniz?

Pazartesi, Haziran 13, 2005

zamanı durdurmanın yolu

en sonunda keşfettim.

geçenlerde yazmıştım, belki hatırlarsınız. kısaca demiştim ki zaman o kadar hızlandı ki yetişemiyoruz. artık frene basalım.

Gelin görün ki, onu dedikten sonra hiç birşey değişmedi hayatımda. Aynı koşuşturmaca, aynı tempo.

Derken...

Evde televizyon seyredip bilgisayarda bir makale okuyordum. Bir an televizyonda söyledikleri sözlere canım sıkıldı. Kumandaya bastım, kapattım. Bir anda sessizlik.

Sanki hayatta olduğumu farkettim o an. Dışarıda olan bitenler dikkatimi çekmeye başladı. Okuduklarım anlamlandı, baktıklarım şekle büründü. O an anladım ki hayatımızı elimizden alan şeylerin başında geliyor gürültü. Hem de kendi arzumuzla, irademizle açtığımız müziğin gürültüleşmesi, ofisimizde insanların anlamsız konuşmalarının gürültüsü, yollarda arabaların vızıltısı, gürültüsü.

Şu an hayatınızda bir gürültü varsa ve hayatı anlamadan, hızlı yaşamaktan şikayetçiyseniz ilk yapacağınız şey gürültü kaynaklarını kesmek olsun. Sessizlik hayatınıza odaklanmayı sağlayacak, sonra kendi sesinizi duymanızı ve onu anlamanızı sağlayacak.

Başkalarının gürültüleriyle hayatınızı elinizden çalmasına izin vermeyin. En azından arada bir kendinizi dinleyin, susun ve herşeyi susturun.

müzik aletlerinin karakterleri

bir arkadaşın bloguna post yaparken geçenlerde yaşadığımız bir olay aklıma geldi.

stüdyoya gidiyorum ses vermeye (kan vermek gibi değil, çok eğlencelidir) neyse efem, freelance çalıştığım ajansa bir uğrayalım dedik. menejerim ve kankim tipbir'de elbette yanımda.

ajansın kreatif işlerinde çalışan, çok olgun, efendi, kibar bir arkadaşım var. Az bulunan insanlardan. Sanatsal yönü son derece güçlü. Ailesinde babası meşhur bir gitarist (ki ayrı bir hikayesi var inanılmazdır), kardeşi ise viyolonsel çalıyor. Elbette böyle bir ailenin ferdi olup üç beş enstruman çalmamak olmaz bizimki de diğerlerinin yanında çok iyi ney çalıyor.

Arkadaş müdahale etti tabi, ney üflemek deseniz daha iyi dedi. Rahat deri koltuklara yığılmış kahvelerimizi yudumlarken çıkardı neyi, başladı üflemeye. Bir anda ortamın dekorundan kaynaklı modern ve hızlı atmosferi değişti mistik, gizemli bir hal aldı. Ney denen şey ağlıyor sanki. Çok etkilendik. Bize birde ney'in mesnevinin girişindeki hikayesini anlattı. Anlamlı, düşündürücü.

Derken tipbir önce ortamın bir anda oluşan gizemli ciddiyetinden olacak kibarca popüler birşeyler üflermisin dedi. Mesela barış mançodan. Çocuk gül pembeyi üfledi. Derken bizimki hızını alamadı şimdide daha dün annemizini çalarmısın. Hoppalaaa. Çocuk onuda üfledi. E, şimdide tarkandan birşeyler. Çocuk anlamlı anlamlı baktı. Ben kendisini pek bilmem dedi kibarca. Bizimki mırıldanıp ona hatırlatmaya çalışıyo bak böyle şartısı oynama şıkıdım falan.

İlginçtir, o daha dün annemizin, o oynama şıkıdım öyle bir hal aldıki oturur ağlarsın.

- Aah ah daha dün annemizin kollarındaydık eh bee. Hey gidi heyyy..
- Vah, vaah oynama evladım öyle şıkıdım şıkıdım, yarın ölüp gideceksin..

Bu müzik aletleri çok ilginç. Her birinin çalınan şarkıya gömülen kendi karakteri var.

Pazar, Haziran 12, 2005

Değişimsel Gelişimlerin Konjöktürsel Hödö Hödö Hönk

Gelişim önemlidir.. Değilmi? Mesela konuyla ilgili bir çok eseri piyasada görmek mümkündür.. Çocuk gelişimi, kişisel gelişim, sistemlerin gelişimi v.b. .. Uzmanlar her zaman gelişin ve gelişeni destekleyin diyip durmaktadırlar.. Hatta ''ben gelişmişe gelişmiş demem gelişen benim olmadıkça'' diye halkımızın ağzında sakız olmuş sözlerde yok değildir..:)

Gelişmişliğin bu kadar önemli olduğu dünyamızda duran cisim ve şahıslara allerji olmamak mümkün değil.:) Ama şunuda gözden kaçırmamak lazımki gelişmemiş kavramlar olmasa gelişmişliği ölçemeyiz.. Yani bir bakıma ''gelişmemekte'' gelişmişliğin ölçüsünü görmek için kıyasta kullandığımız önemli birşey.. Ama bu misyon çokta üstlenilip şuurlu bir şekilde yapılacak iş değil.. denemeyin.. Özellikle çocuklar evde tek başına hiç denemesin.. doktorunuza danışın diyerek gelişmeninde bir uzman tarafından kontrol ile yapılması gerektiğinin altını çiziyim dedim.. huh.. Hiç bitmicek zannettim bu cümle:) Neyse...

Değişim geçirebilecek herşey gelişebilir/geliştirilebilir diyebiliriz.. Madem diyebiliriz o zaman diyelim:) Tanım bu kadar genişken hepsini burada anlatamayız.. Bunun için bir tanesine teğet geçip huzurlarınızdan ayrılacam..

Herşeyin geliştiği dünyada vücutlarımızda bu gelişimden nasibini alıyorlar.. Ewet badici diye tabir ettiğimiz ağırlıklı erkeklerimizin otomotik eğilimle hayatında kesin bir dönem ilgilendiği sportifsel vede vücutsal gelişimden bahsedicez.. Aslında bundan bahsetmektense bu işi yapanlara karşı genel bir ön yargıyı irdeleyecez.. İrdelenecek kanı şudur ki: ''vücudu gelişenin beyni gelişmez''.. Ne ayıp... cık cık cık..

Bu yargıyı bir yerlerde duymuşsunuzdur.. Ben böyle bir cümleden şöyle bir mantık kuruyorum.. Haklı çıkarmak için... Aslında böyle bir iddiam yok yanlış anlamayın.. İlla bunu doğru çıkaralım dersek derizki; insanın sabit bir gelişme kapasitesi olmalıki bunu vücudunda kullanırsan beynin için ayrılan gelişim miktarı azalır.. Bu mantıkla bakıldığında doğrudur diyebiliriz:) Veya şöyle düşünülebilir, bu biraz daha mantıklı olabilir.:P Mesela zaman zaten az.. Vücudunu geliştir geliştir zamandan yiyorsun.. Ne kadar zaman var onu kestirmekte zor:) Eee o zaman bir bakıcan beynini geliştirmeye zaman kalmamış:P

Bunlar bu yargıyı destekleyen ihtimal düşünceler:) Ama bunu doğru kabul ettiğimiz için böyle.. Ya yanlışsa ya tarihin derinliklerinde bir kıskançlığın bir çekememezliğin neticesinde söylenip dallamanın biri tarafından atasözü gibi değer görmüş bir ifade ise:)) Yaaa olayın hiç bu yönünü düşünmediniz dimi... Neler var dünyada görün işte:P Bilmediğimiz ne kadar çok şey varmış yaaa..

Çevremize baktığımızda aslında bu kanıyı doğrulayan vücutsal gelişmiş arkadaşları görmüyor değiliz.. Ama bu yüzde yüz böyledir demek değil.. Belki onlar kötü temsil nerden bilecen? Belki de beyin gelişimini tamamladı ve tüm mesaisini vücut gelişimine ayırmış arkadaş.. Ne belli.. :)

Bu yargıyı yüzde yüz kabul ettiğimiz bir dünyayi hayal ettiğimizde ilginç bir manzara çıkıyor karşımıza:) vücudu gelişmiş arkadaşların kaba kuvvetleri altında dövülerek korku içinde fikirler üreten cılız insanlar... Amanın tercih sizin bu durumda:) Şayet doğruysa tabiki..

Şunu söylemeliyim ki optimizasyon önemlidir ve bu konudada yapılmalıdır.. Gelişim komple ve orantılı olmalıdır.. Her konuda dengeli bir gelişim faydalı netice verir.. Veya lütfen kafası çok çalışan birileri vücudunu geliştirsin ve ortaya çıksın ki kamuoyunu böyle yargılarla meşgul etmesinler yaw.. Hadi ismet sende geliştir bi tarafını, durma..

Cuma, Haziran 10, 2005

organik et

et zaten organik. nası bi tabirse bu.

şimdi cnn türkte tarım bakanlığının yeni organik tarım yönetmeliğini anlatıyordu. artık kesilecek hayvanlara stres yapılmayacağı, lamba yerine doğal ışıkla aydınlatılacakları, ölmeden önce son arzularının alınmasına ve bir sigara tüttürmelerine izin verileceği vs. vs..

nede olsa hayvanlarda insan onlarında canı var.

bazen insandan daha zeki bir canlı olsaydı ve insan etine bayılıyor olsaydı nasıl bir hayat yaşıyor olurduk diyorum. dağ bayır kaçan insanlar ve en gelişmiş tekniklerle insanları avlayıp lazerle pişirenler.

- dostum geçen hamdi abide bir kelle paça yedim nefisti
- evet hamdi abi hep sarışın kullanır, daha iyi oluyomuş tadi

kabus gibi.

İtinayla Karizma Çizilir

-İyi günler biraz kaygınız varmıydı?
-Evet ama bize lazım İsmet abi..

İşte her zaman rastladığımız bir dialog:) kim nerede rastladıysa:P Kaygılar dünyası bu gezegen.. Herkesin endişeleri var.. Aman şu olmasın aman beni böyle bilmesin.. yok cam kenarı olmasın, ya az verirse, ya çok gelirse.... bunlar gider böyle.. :)

İnsan nefes alıp vermek gibi biyolojik bir olayla hayat diye birşey yaşıyor.. Bloglarda dolaşıyorum korkuyorum bazen yaa. ortalık bunalım yazılar dolu.. Aslında bunalım yazıların hiç birinin konuyla ilgisi yokta bendeki tepki işte.. üzdü beni..

Çevremizde insanlar görürüz.. Bakın bi çevrenize görüyorsunuz değil mi.. İşte onların hepsi ve sizde dahil kaygılarla yaşamaktan keyifli bir hayat yaşayamayan insanlardansınız.. Sakın yanlış anlamayın suçlama yapmıyorum.. Bende kaygılar taşıyorum.. Ama bazen taşımaktan canım çıkıyor ve amaaaaan ne olursa olsun diyip bi kenara fırlattığım çok oluyor.. Ama acaip keyifli.. Şiddetle tavsiye ederim..

Çılgınlık şart diyorum abicim.. yok coolmuş, yok ağır abiymiş, yok entelmiş yok dantelmiş.. Ne bunlar yaa.. Olayın en sonunda imam: ''nasıl bilirdiniz merhumu'' cemaat: ''ağır abiydi'' .. Eeee sonra bu arada sizin başınız göğe mi değecek..Hayır.. Ve böyle bir kaygısı olmayan biri ismet... (Allah başımızdan ayırmasın) imamın sorusuna binbir türlü cevap gelebilir.. neşeli çılgın deli dengesiz.... vb. ama dikkat edin bu cevapların hakaret boyutunda olanlar bu kaygıyı taşıyanlardır.. Neyse.

Her insanda bir çılgınlık vardır.. Ama bunu yapmaya tahrik enerjisi yoktur.. Ben kendimden enerjiliyim.. Yani dış bir kaynaktan çalışmıyorum.. Ama çevremde sakin tipler var(4-7) :)) dengeliyoruz heralde.. onlarda fikir anlamında çılgındır.. Ama işi fiile dökmekte beni geçeceklerini zannetmiyorum. yani bu zamana kadar geçemediler:P Ama iki çılgın insanda çok gelir, tehlikeli olabilir.. Bazıları dıştan yanmalı motorları vardır, arkadaşlarının gazıyla harekete geçer ki bunlar apayrı bir konu:)

Bir ortam düşünün.. millet gülüyo eğleniyo..derken bizim entel abi köşede insanları eleştrisel bir gözle süzüyor.. Veya gülerken kaptırmamaya çalışıyor.. Aman kaptırırsa ne der elalem:P Bir kere tarihe damgasını vuran bir cümle varki saygıyla anıyoruz.. ''Karizmayı çizdirmeyelim''... Bir kere bu milletin yarısından çoğu karizmanın ne demek olduğunu doğru bilmemektedir.. Kaldıki çizdirmek fiili karizmaya nasıl bir hava katarki:) Yani bunu üzerinde bir çizik bile olmayana ağır abi mi diyolar:P Yapmayın gözünüzü seviyim..

Yaw rahat olun arkadaşlar.. Tamam iyice cozutun demiyorum ama kararında bir çılgınlık çok keyifli olabiliyor.. Bildiğiniz gibi karizmalar ikiye ayrılır: Düz karizma ve Çizgili karizma:))Bu arada karizma kaygısı olanlara bir son dakika haberi: Bu sene çizgili karizmalar moda:)) Hadi çıldırııııııın.. Sen dur İsmet hoplama hemen:P

Perşembe, Haziran 09, 2005

hay aklınla bin yaşa

zihni sinir'i gibi birini çıkarmış bir milletiz.

Üstelik şu ana kadar ZS sevmeyenine rastlamadım. En ciddi adamlar bile bir zihni sinir karikatürü görse gülümseyiveriyor.

Bu aslında Türk milletinin karakterine ilişkin güzel ipuçları veriyor.

Bir defa kurallara uymayız, esnetir gevşetiriz, üzerinde oynarız ama insanlar kurallara uymak için yaşamaz kurallar insan hayatına uydurulmalı düşüncemizden..

Tembeliz ama yaratıcıyız. Her işin bir olurunu, bir kolayını bulur, yakalarız.

Üstelik espriye, komik olana bayılırız.

Zihni Sinir'in çizeri İrfan Sayar'a bizi bu kadar güzel resimlediği için ne kadar teşekkür etsek azdır. Kitabını mutlaka temin edin, bayılacaksınız. Bazen o espriler kalıplaşmış mantığımızın dışına çıkmamızda çok yardım ediyor.

Taksim'de güzel bir cafe açmış. Artık ziyaret eder, yeni mekanında yeni fikirler buluşlar çıkarırız.

Etkili Reklam

Reklamlar reklamlar reklamlar... Bugün televizyon programlarının gelişmesine sebep olan sektör... Bazıları için gerekli bazıları için eğlenceli çoğu kişi için zaplama sebebi..

Ama reklamı tv ye hapsetmemek lazım..O aslında dünyada her yerde var.. Kasıtlı veya bilmeden onlarcası yüzlercesi etrafımızda dolaşıyor.. Ve insanlar bu kadar çeşitliliğin arasında farkedilmek için bin bir yola baş vuruyolar.. İşte bende bin ikincisini söylicem size..

Bunun temelini seneler once kiyma etli dostum tipyedi ile kurduğumuz firma zamanlarında yaşadığımız bir olay üzerine geliştirdik.. Firmadan biraz bahsedeyim.. Bir bilişim çözüm ortağıydık.. Firmalara web ortamından çözümler buluyorduk felan.. Neyse bu kadar yeter..

İşte bizim kastırdığımız senelerdi.. Birde ikimizinde tanıdığı 3000-5000 metrede bursa birincisi lisanslı koşucumuz ati denilen değerli bir arkadaşımız vardı.. Bu arkadaşı şu an amerikada bir çok eyalet tanıyor.. Neyse... her yarışta birinci olan bir arkadaşınız olunca.. insanın aklına sponsor olası geliyor:) Ne hoş değil mi:? Tabi biz hemen ismimizin yazdığı bir tişört ve ilk yarış derken birincilik.. Tabiki sitemizde spora verdiğimiz önem ve işin lanse edilmesi... Takdir görmedik değil tabi.. Gerçi iyi bir sponsor değildik (bi ayakkabı bile alamadık:) ) neyse arkadaştan bu kadar sponsor olunur..:)

Buraya kadar herşey normaldi.. Ve birgün biri bizi aradı.. Bir sporcunun menejeri.. aslında abisiymiş.. Gittim bizzat görüştüm.. Adam vucut geliştiren badyci abilerden biri:)) Dedi: sitenizde gördük bu kadar duyarlı olduğunuz için bizede sponsor olursunuz diye düşündük.. Sporcu arkadaşı gördüm maşallah.. adamın gençler dunya 2.liği ve çeşitli organizasyonlarda birinciliği var..

İşin aslı sponsor olmadık tabii.. Arkadaşımız değil o zaman sponsor olamayız:P Birde zaten ne kazanıyordukki birde onu doyuralım..

Birde biz bu adamla reklamımızı nasıl yaparız diye düşündük:)) Düşünün müsabakada arkadaş.. neresine firma ismini yazacaz:) donunamı? Ne reklam ama:)) Yani o bir avuç donun neresine yazsak bizim bilişim sektöründe olduğumuz anlaşılmaz:)

Bizde düşündük nasıl olabilir diye.. İşte bin ikinci yol... Adamın kaslarına yazıcan.. birini şişirmeden bir başkasını şişirdikten sonra.. mesela adam hiç kasmadığında göğsünde firma ismi okunurken kastığında altta logo ve telefon numaraları çıkmalı:)))

Etkili vede tepkili bir reklam olurdu değil mi?

Çarşamba, Haziran 08, 2005

gelecek gözünüzde

Gelecek hakkında atıp tutmak çok eğlencelidir.

Ama ciddi bir tehlikesi de yok değil. Rezil olmak.

Çalıştığınız alanda çok bilinen birisiniz ve gelecekle ilgili bir öngörüde bulundunuz. Ama tutmadı. Tutmadığı gibi yanından bile geçemedi. Forward edilen e-maillere milletin eğlence muhabbetlerine meze olursunuz.

Ünlü biri olmadığıma göre atıp tutmamda mahsur yok. İleride güler geçeriz. Atma faslına başlıyorum. Sizi de bekleriz;

  • Bence bundan 25 yıl sonra monitörler lens şeklinde olacak ve göze takılacak
  • Bilgisayarlarsa o lens şeklindeki monitörler üzerine basılmış devrelerden olacak ve 3 trilyon gigaherz hızında olacak
  • Herkes o lens ile şu anki internetin bir milyon katı daha hızlı bağlantılarla birbirine bağlı olacak
  • O lens aynı zamanda bir kamera olacak ve titreşimleri algılayarak mikrofon görevi görecek. İstediğin insanın lensine bağlanıp onun gördüklerini aynen görebileceksin
  • Aynı zamanda bu lens gece görüşü sağlayacak
  • Lens göz içerisine gönderdiği ışıklarla sanal gerçeklik filmleri yaşatacak
  • Dileyen geçici bilinçli hafıza kaybı hapı alıp bu lensi takarak geçmişte, 2005 yılında bulunan ve kendi dışında bambaşka birinin hayatını oynuyor olacak. Ortam gerçekliği etkilerini sinirlerine takılan küçük bir VR chipi sağlayacak.
Lensi gözünüzden çıkarabilirsiniz. Oyun sona erdi.

Son Veda

Bugün hepimizin başına gelen, gelebilecek veya gelmiş bir hadiseden bahsedicem.. Aslında olayın bu kadar hadise edilcek bir yönü yok ama yönünü kaybetmiş perişanım ben..:) Ayrıca neler diyorum ben..:)

İnsanlar birbirlerini tanırlar.. Bu aslında birbirleri arasında bir tanışma fiilinin yaşandığının bir ispatıdır.. Tanımak ve tanınmak güzeldir tabi.. İnsanın hoşuna gider.. düşünsenize arkadaşınızla gidiyorsunuz bir kaç kişi yoldan geçerken size selam veriyor.. Ne fors ama.. Ne çevre abicim yoldan geçen her 5 kişiden 1 i selam verdi adama helal olsun..

Ama bu yolda selamlaşmanın güzel olduğu kadar insanı konturpiye de bıraktığı sıkıntılı anlarda var..

Mesela tanıyorsunuz ama çok samimi değilsiniz.. Yolda giderken karşılaştınız ayak üstü biraz muhabbet.. Ortak konuların altı çizilir.. Evet biz hala bu konularda ortakmıyızın sağlaması yapılır.. Ve o muhteşem an... Vedalaşırız.. Aslında çok normal.. Ama sizin tanıdık vedalaşıp ayrıldıktan sonra sizinle aynı yöne gidiyorsa işte handikap:)) Çoğu kişi konuşmaz bu durumda.. Vedalaşılmıltır bir kere.. Dönmem sözümden kardeşim.. Tükürdüğümü yalatmayın bana.. Hoşçakal dedik işte...Bakıyorum arkadaş gerçektende hoşçakalmış...Konuşamam artık:)))

Gerçekten garip bir durum.. Tabiki çözümüde var..Genelde uygulanan kafayı kaldırmıcan bir kere.. Ve kesinlikle hızlı adımlar.. Gerekirse saate bakılarak acelem var süsü verilip iyice hızlanılabilinir.. Dönüp konuşmaya çalışırsan konuşacak konuda bulamazsın kesin saçmalarsın sakın deneme:P

Benzer bir olayı üniversite koridorlarında yaşadım.. paylaşayım:) bizim kopmaz soyadlı bir hocamız vardı.. Bende bu olayın geçtiği zamanlar okulun dinozorlarından biriydim (6. senem).. Merdivenlerde selamlaştık ve talihsizlik aynı yöne doğru gitmeye başladık..:)Tabiki hocamız konuşma ihtiyacı duydu.. Sordu nasıl gidiyor senin yüksek lisans? Dedim: hocam ben daha okulu bitiremedim:)) Ya neydi senin ismin? Dedim: tipbir hocam:) Haaa şu alttan bir sürü dersi olan.. Ya bitir artık okulu dedi bana:)) hoca kopmaz ama beni kopardı:)) gülüyim mi ağlayım mı? selam verdik halt ettik:)


Diyeceğim odur ki nereye gideceğini bilmediğin adama selam vermeyin:P Nasıl bir tavsiyeyse bu..

-Aaa meraba İsmet..
-hooşşşt gidicek yolmu bulamadın.. Hadi öbür yoldan seni keratin kafalı zevzek.

Salı, Haziran 07, 2005

öcü bey

negatif eğitimdir, batıl inançlarımızdır, araştırmıyoruzdur derken aklıma öcü bey geldi. çocukken hepimizi korkutan bu öcü bey kimdir, nedir ve nasıl yaşar gelin bunun üzerine küçük bir yolculuğa çıkalım.

efendim önce bir flashback rica ediyorum. küçüksünüz, haşarısınız, yine ortalığı birbirine kattınız. çokta eğleniyorsunuz. ama derken derinden bir ses gelir. öcü geliyoooooo..

tırs, tırs, tırs!

bir defa daha önce öcü gördünüz mü? hayır. Gören bir arkadaşınız var mı? hayır. e o zaman kimden veya neden saklanıyorsunuz. Bu durumda bu tür sorgulamaların yeri yoktur. korku duyunuz depreştirilmiştir ve panik halde en güvenilir yeri arar ve devekuşu gibi kafanızı bir yerlere sokarsınız.

çıkalım flashbackten; günümüze geri dönebiliriz.

google efendiden yardım istedim bu konuda. sağolsun kırmadı. "öcü için yaklaşık 16.300 sonuçtan 1 - 10 arası sonuçlar " dedi hatta. efendim öyle bir sinmiş ki bir yerlerimize bu öcü korkusu hepimiz internette hakkında birşeyler yazmışız.

çıkan sonuçlarda en ilgimi çeken birkaç başlığı paylaşacağım sizinle; (parantezler tipyedi)

  • "Öcü, çağırılınca gelir. Peki, Öcü?nün işi gücü yok mudur, öyle çağrılınca hemen geliverir ve aslında nasıl geçinir?" (Yazık, insanların içinde yer etmiş.)
  • "Öcü öncelikle kızılay adına yaptıkları çalışmalarından dolayı her iki grubu da tebrik etti" (öcü'nün gizli kalmış hayırsever yönü)
  • "Öcü İzleyenler hatırlar, önceki cumartesi dünyanın öteki yerlerinde ..." (öcü bey dünyanın öbür ucunda, yani korkmayın, yola çıksa bir ayda gelir)
  • "Bunlardan söz edilmeyip, örgütlenmenin öcü tarafları, ön plana çıkarıldığı için,şu anda ciddi bir örgüt düşmanlığıyla karşı karşıyayız. " (hmm, kafam karıştı iyice öcü bir örgütte olabilir, yoksa adamın adının ilk harfleri mi, önder cevat ümük)
  • "Evlilik öcü değil! Her zaman çok cesur olmakla övünen erkekleri evlilik deyince korkudan tir tir titreten ne olabilir" (en azından ne olmadığını biliyoruz artık, evlilik değil)
  • "bir şey; öcü gibi, michael jackson gibi." (büyük ip ucu!!! yoksa..)
  • "Öcü demokrasisi. " (hoppalaa)
  • "Devlet yabancı sermayeyi nedense öcü gibi görüyor" (demek devlet öcüyü görebiliyor, yani... anlarsınız ya)
velhasıl kelam, görüdüğünüz üzere google efendi ile birlikte kafa yormamıza rağmen çözülemedi; öcü kimdir, nedir. garip garip alakasız sonuçlar çıktı. Öcü nedir: Devletin ajanı olan, michael jacsona benzeyen, dünyanın öbür ucunda yaşayan hayırsever ama evli değil belkide bir örgüt.

Sevgili öcü, her neysen buradan sana seslenmek istiyorum. Adam ol geleceksen gel, geliyoo geliyoo diye kendini reklam etmenin alemi yok. Artık korkutucu bir yanında kalmadı. X-files ile büyüyen bir nesil senden mi korkacak.

Neyse efendim, işte böyle korku ile şartlı refleksler ile yönlendiriyoruz tazecik zihinleri. Sonra batıl inancı varmış, olur tabi.

ağlamak istiyorum

ben bir emma shapplin hayranıyım. (hayran ne kelime ölüyorum onun için)

çoğu insan gibi bende onu spente le stelle ile tanımıştım. sonra carmine meo albümü bir dönemime damgasını vurdu. vedi maria, reprendo mai piu.. sonra etterna çıktı. yine muhteşemdi.

nefis bir sesi var. kendisi de çok güzel.

günün birinde görebilir miyim derken aniden bir haber emma geliyor, üstelik imza günü olacak.
iyide ben bursa'dayım o yıllarda. izinde alamıyorum iş yerinden. içim içimi yiyor. ve tabi bu muhteşem fırsatı kaçırdık. sonradan bloglarda okudum, imza günü olduğunu çoğu insan bilmediğinden 5-10 kişi gitmiş. birlikte bir saat muhabbet etmişler, hatta istiklalde gezmişler:)) bu kadar mı olur!!

sonra yapı kredi festivaline geliyor haberi. tamam bu defa görülecek, gör! ama önce ilk erteleme sonra da milliyet'te bir haber. ırak savaşı yüzünden gelmiyor.

sabırla beklemeye devam. derken kia sportage tanıtımı için çırağana geldiğini bir gün sonra gazetelerden öğrendik. yok yok. günün birinde olacak bekle. derkeeeen bu sabah kız kardeşimden mesaj. emma geliyor, ama bursaya ve ayın 4'ünde. e ama ben artık istanbuldayım.

ooof of çekerken biletixte turluyordum, o da ne açık havada emma!!!! ama 2 temmuzda. e ben o tarihte dortmunddayıııım.

şansına küs yavrucuğum dedim kendi kendime, şansına küs.

İster İnanın İster İnanmayın

''Uç Uç uğur böceğim annen sana terlik papuç alacak'' diye bir şarkıyla açılış yapayım dedim.. Anladığınız gibi konumuz uğur.:)) Farkedenler farkını ortaya koydu şimdiden:P neyse..

İşin aslı konu anti-uğur denilen uğur abiyi sevmeyener... değil tabiki.. Lafın özü ''uğursuzluk'' tan bahsedeciz.. Hatta en geniş kavramıyla batıl inançlardan:) Komik ve eğlencelidir.. Bakalım neler var...

Duyarız sağda solda aman yapma uğursuzluktur.. Kırma aynayı, düzelt terliği gibi kaygılarla yaşar insanımız.. gece sakız çiğneme, merdiven altından geçme, eşikte durma.. Amanın nedir bu böyle.. Onu yapma bunu yapma.. Yok gerçi yasaklanan şeylerde çok yapılası şeyler değil ama bir garip oluyor insan.. Neden diyorusun.. Yapmasam nolcak yani.. kesinlikle şiddetle kınanırsın:) Siyah kedi gördüğünde saçını çeken, kendisinin övüldüğünü duyduğunda poposunu kaşıyanlar var hayatta:))

Düşünün bunaların hepsine inanıp yaşayan insanları... Çok eğlenceli olmasa gerek:)

Birde bunun çok daha ileri boyutları vardır.. Duymuşuzdur leyleği havada gördüysen gezesin.. Ama ileri dediğimiz boyut bu tip inanışların çözümlerinin olduğuna inanır.. ''Bak şayet böyle olursa git tuvalete ters otur kurutulmuş kayısı ye'' diye bir çözüm bulabilir.:)

Gelin bu konudaki uzmanlarımıza kulak verelim:)

-Ya bizim kızın nasibi açılsın diye kurutulmuş ekmeği yedi kat beze sarıp kediye yedirdik.. Kedi öldü ama hala kıza görücü gelmedi..
-Bak bacım öyle olmadıysa kedi erkektir muhtemelen.. Sen en iyisi merdivenin altına kadar ters gidip..''tersim tersim gelsin tahsin kızım gitsin'' demelisin ve merdivinenin altına kırmızı kurdele koymalısın.. kesin çözüm.. Nadidenin topal kızı evlendi böyle...

İsterseniz verdiğimiz kulakları alalım teyzelerden:) Hadi tavsiye etmek zevkli.. Ben burdan binlercesini yazarım.. Komik olan bunları büyük bir ümit ve ciddiyetle uygulayanlar:)

Siz siz olun ööle İsmetin her söylediğine inanmayın:) İsmet sende inanma kendine:P Hadi ordan zırıldak..

Pazartesi, Haziran 06, 2005

hayalci şirin

pictures of future'ın giriş yazısında einstein'in bir sözü vardı; "hayal gücü, bilgiden daha önemlidir çünkü bilgimiz sınırlıdır".

limitsiz hayal gücünün derinliklerinde oturduğunuz yerde bir uzay aracıyla tüm galaksileri dolaşmak mümkün. ya da okyanusun derinliklerine bir yolculuk. ya da hayal gücünüzle bir uçaktan dünyanın en büyük pastasının üzerine düşebilirsiniz.

en güzeli, gün arasında işlerden bunalmışken bir anda tropikal bir adada güneşin sıcaklığını üzerinizde hissedebilirsiniz. yada okyanus sesini duyabilirsiniz.

hayalinizde ışıktan daha hızlı gidebilirsiniz, yada zamanda seyahat yapabilirsiniz. tarihte değiştirmek istediğiniz şeyleri hayal gücünüzle tersine çevirebilirsiniz.

bence hayal gücünüze arada bir antreman yaptırın. açsanız en büyük en ilginç şeyleri yeyin, yorgunsanız bulutları pamuk yapıp yüzyıllarca uyku çekin, ne istiyorsanız elde edin hem de en güzel haliyle.

yoksa körelir, işlemez olur. siz de bilginin sınırlarında ömür boyu hapis kalırsınız.

taşlaşmış kör adama

daha dünkü askılı pantolonlu halinizi hatırlıyorum sizin.

şimdi bakıyorumda insanlarla; kedinin fareyle oynadığı gibi oyunlar oynar hale gelmişsiniz.

cebinize tomarlarla giren paranın sizi şımartma nedeni onu haketmemeniz. herkesin, vicdanınızın söylediğinin tersini yapıyorsunuz ama gelen para azalmıyor, hatta artıyor bile. işte bu şımartıyor sizi.

ama şans ile gelen şans ile giderse birgün.

o zaman ellerinizin arasına koyduğunuz başınızın içinde vicdanınızın sesi yankılanacak. aldığınız ahlar bir bir burnunuzdan gelecek, rüyalarınıza girecek.

yazık, para sizi hem kör etmiş hemde taş.

Pazar, Haziran 05, 2005

Gönüllü Doktorlarımız

Her derdin bir dermani var derler.. Dogrumudur bilemem ama dermansiz derdinde olmadığını söylerler.. Dert derman derken hayat biter gider.. Mesela hep beraber diyelim.. ''dert'' sonra ''derman''... Bakın bitti hayat:P Demiştim size..

Derdine çare bulanlar, arayanlar, dertlere melhem olanlarla dolu dünya... Şarkılar yazılmış, bilime inat alternatifsiz kalmasın vatandaş diye alternatif tıp çıkarılmış.. Aslında kendi doğal sürecinde gelişmiş birileride sahneye son olarak çıkıp buna alternatif tıp diyelim demiş..:) Diyelim demsinede nedir bu? Nasıl sağlık konusunda çare açısından bir alternatif oluşturalabildiki? İşin evveliyatı var.. Tıp daha damlamadan insanlar deneme yanılma yoluyla hastalıklara çare aramışlar.. Ama çok insanın pisi pisine gittiğini tahmin ediyorum.. İşte çare arama adına bazı insanlar taaa o dönemlerde deneylere başlamışlar.. Tabiki sonuç aldıklarıda olmuş.. Bugün akıl verenler onların torunu olablilir:)

Bu gun cevremize baktığımızda bu gönüllü çaktırmadan doktorluk yapan insanlarla dolu... Bu konuda gerçekten ehil olan insanlarla da tanıştım.. Kesinlikle beraber sohbet etmek imkansıza yakın..:) Çünkü sadece kendisi gibi bu konuya ilgisi olan insanlarla muhabbet edebiliyorlar.. Yaw adam nerden bilir o otu.. hadi bildi otu nerden toplıcağını nerden biliyor.. Onu da bildi hangisiyle ne oranda karıştıracak? Bu şekilde zincirleme sorular.. İnsan yıllarını verse gerekli kaynakları okusa bu konuda söz sahibi olabilir belki..

Ama dikkat ederseniz herkeste bu konuda bir ehillik durumu var..:) Herhangi bir yerde bir tarife kulak misafiri olmanız an meselesi..
-Abicim zencefili dide yaprağıyla kaynatip bala karıştır.. İki kere enseye sür yatmadan önce sütle iç.. saçın çıkıyormuş:)) Muhtemelen bu amcam bi kaç tarifi karıştırıyor:P

Birde beraber bir altın gününe misafir olalım...
-Ah Ayşe hanımcım bu sol kolum dirsekten böyleeeee ta burnuma kadar kaşınıyor.. geçen hıçkırık otu yedim.. biraz hafifledi ama başım döndü.. baktim başım dönüyor.. Hazırda bir kurtdibi ile funda yaprağının karışımı vardı onu içiverdim.. iyi ama bacaklarımda isilik oldu bu sefer.. bizim hacı yengenin dul bitiren kremi vardı onu sürüverdim.. kotü kokuyor ama napalım sağlık herşeyin başı....:))

Amanın.... birde bu güzide sohbette hatice teyze, mevcibe hanım ve karışım piri nebahat ablada değerli fikirlerini söylerse eyvah eyvah...

İyi neticelerini zaman zaman duyuyoruz.. Ama çok kontrollu bir tedavi olduğunu söyleyemem.. Halka mal olmuş bir tedavi yöntemi.. Hele hele bizim halkımıza.. hayal gücü ve cesareti dorukta olan bir halk:))

Ben burdan ismete sesleniyorum.. İsmeeet tipsiz. git yetkililere söyle.. vatandaş meseleyi çok karıştırmış.. kurcalamasınlar.. bakın ot kalmadı yaw.. onu kopar bunu kopar.. koparmayın kardeşim.. kim bunlar heeeeyyyyt.. çekilin sende çekil ismet.. çok kızdım çok:)

köy

dünyayı global bir köy haline getirdik diyorlar.

üstünde binlerce gözetleme uydusu uçuyor. ben kaçmak saklanmak istesem gidecek yer yok. hele cep telefonun yanındaysa tepene nokta atışı yapmaları bile mümkün. hep telaş, herşey sentetik, yaşam stres. yediğin tatsız, tuzsuz. ihtiyaçların doyurulmadığı giderildiği bir sistem.

yaşım 6; ananemin köyüne gitmiştim. sabah uyanmıştım, tandırda sıcak ekmek yapmışlar, sütü inekten sabah sağıp kaynatmışlar, birde tavuklara uğrayıp taze yumurtalar almışlar. hayatımda yaptığım en lezzetli kahvaltıydı. bir çocuk vardı, benim yaşlarımda, adı ümit. beyin kanaması geçirmiş. ben ne beyini nede kanamasını bilirdim. sadece çok sessizdi, annesi çok üzgündü. ama halleri o kadar doğaldıki ortama sinmişti. onlar hissediyordu, ben kokusunu alabiliyordum. insan olmak doğayla savaşmak demek değil onun bir parçası olmak demekti o köyde. o yüzden büyüdüm ama orayı, o günü unutamadım.

global köy; köy falan değil bu. köy güzel birşeydi. doğaldı, uyumluydu. dünyada toplasanız yüz bini geçmeyecek açgözlüler sürüsünün bitmek bilmeyen hırslarını tatmin için kurulmuş bir sistem. devri daim, sonu yok. tüketim ve hayatların eritilmesi, insanların hissizleşmesi üzerine kurulu bir düzen. içime dönüp bakmaya bile fırsat bulamıyorum. insanların gözleri kör olmuş.

aklıma mor ve ötesinin uyan şarkısı geldi, dünya yalan söylüyor.

Canımız Ciğerimiz Ve Efsanelerimiz

Efsane kelimesi size neyi hatırlatır? Nasıl bir havaya sokar bilemem.. Bunu bilememi yadırgamıyacaksınız sanırım:P

Ama dikkat ettiniz mi? Neye dediğinizi duyar gibiyim.. Tabiki efsanelere... onlar her yerde.. Öyle bir memleket ki her yerinde bir efsane var.. :)) Çok eğlenceli aslında.. Bunu bir şehir haritasına bakarak tahmin edebilirsiniz.. Nasıl olduğunu anlatacam.. Ama daha önce şunu söyliyim.. kasaba ve köyler isimlerini ya ünlü olan bir özelliğinde veya efsanelerden alır..

Ben bir şehir haritasında gördüğüm köy isimlerini incelediğimde hissettim bunu.. Beni etkileyen ''yağcılar'' köyü oldu:)) umarım çok yağ çıktığı için böyle bir isim koymuşlardır:) biz bu köye hayalende gittik bizi bir kilometreden ''vay abim gelmiş beee' diye karşılayan insanlar gördük:))

Bu efsane olayının tek kaynağı yaşlılardır.. İşin en eğlenceli tarafı efsanelerin yargılanması söz konusu değildir:) Yani ne anlatıyorsa odur.. Hatta her nesil kendinden bir şeylerde ekler gibime geliyor:) Hoş olan insanların kabullenişi ve yadırgamamları:)

Ama anonime ait olan herşeyde olduğu gibi bundada kim başlatıyor bunu kardeşim dememek içten değil.. Dıştan.. :P mesela armutlu adası diye bir yer var.. bilirsiniz.. bilmiyorsanız size efsanesini anlatayımda öğrenin:P

Bundan çok çok ama tahmin ettiğinizden daha çok zaman önce burada hayvancılıkla uğraşan mazbut bir halk yaşarmış..Mazbut olduğu kadarda müsbit insanlarmış:))) Hatta müsbit oldukları kadarda müşevveş insanlarmış:) (bu son iki kelimeyi bende bilmiyorum).. İşte bu halkın reisinin bir kızı varmış kör mü kör bir kızmış bu (köpkör yani) ..:) Reis kızının körlüğüne çok üzülürmüş.. Ne yapıp ne edip onun görmelisini sağlamalıymış.. Adamlarını diger adalara yollamış.. Amaa yüzerek giden hiç bir elçi geri dönmemiş:)) Reisin avcıları avlanmak için bir gun ormana gitmiş.. Ama hiç bir şey vuramamış.. eli boş gitmemek içinde orada ilk kez gördüğü bizim armut dediğimiz şeyi almış ve bunu vurdum diye reise götürmüş.. Oda kızına vermiş.. Kızda elinde armutuyla adayı boydan boya gezerken denize düşmüş ada bu ya:) ve kafasını çarpması sonucu gözleri açılmış.. Reiste bunun armuttan olduğunu zannetmiş ve avcıyı ödüllendirmiş kızıyla evlendirmiş... O adayada armutlu demişler... Yerseniz tabi:)))

...gibi hikayelerle doludur etraf... Bizde bir keresinde mudanya-istanbul feribot hattında bu efsane geyiğini yapmıştık.. Çokta eğlenceli olmuştu... Bakın kısaca öğretiyim.. Biriniz dede oluyorsunuz diğerinizde saftirik torun oluyor:) torun sorar dede sıkar.. olay budur..:)

Gelin bizde efsaneler yazalım:))) Gelecek nesiller için bir şey yapmış oluruz hem.. Ne demiş söz sahibi.. ''Efsanesi iştir kişinin lafına bakılmaz''.. yaaa ne kadar önemli şimdi daha iyi anladık dimi?

Cumartesi, Haziran 04, 2005

Hayalleriniz Hayal Kırıklığınız Olmasın

Fikirler fikirleri tetikler.. tetikler mermileri ve mermiler hayatları öteler.. Bu nasıl bir başlangıç yaa :) Bu mantıkla konuyu hayallere getiremiyecem galiba..:P Ama biliyorsunuz ''ümitleriyle yaşar yaşayanlar, me'yus olanın vicdanını bağlar'' der bir şair.. ümit vardır hayallerde, beklentiler, sevinçler.. Kısacası iyi ve guzele ait herşey..

Sevgili blog ortağım saygı temaskar insan dirayetli şahsiyet proaktif arkadaşım tipyedinin hayallerini süsleyen bir evi bizede imajing yaptırdı ana hatlarıyla.. Öncelikle bu paylaşımı bizimle yaptığı için teşekkür ediyorum.. Keşke hayallerindeki evinide biriyle paylaşma adına satırlarını görebilseydik yazısında.. İyi temennilerimizle konumuza dönelim..

Hayaller insanı bir üst basamağa çıkaran.. Enerjisini akıl, duygu ve gözlemlerden alan bir iç enerji olarak algılıyorum ben.. Hayallerdir insanları hedefli yapan, büyük adam yapan.. Herkesin çaplı çapsız hayal dünyası vardır mutlaka.. Size şu soruyu sormak istiyorum.. Hayaller ulaşılmaz mı olmalı? Yoksa ulaşılabilecek hayaller kurup bunları gerçekleştirip dayanılmaz bir keyif almak mı?

Ben size ikincisini öneririm.. Mutluluk denilen duyguyu direkt etkiliyorsa hayallerin gerçekleşmesi, neden olmasın.. Herkes bir ferrari hayal eder ama Türkiyede atıyorum 10 kişiye nasip olur.. Onlarda isimleri tahmin edilebileceğiniz kişiler.. Ama hiç arabası olmayan biri için bir mini cooper http://www.mini.com.tr/com/en/mini_cooper_s_cabrio/index.jsp ( ben bayılıyorumda) çok daha ulaşılabilir olabilir.. Bu şirin arabayı almak zannediyorum bir ferrariden daha kolay.. kaldıki ben şahsen bu arabayı alsam hayallerimdeki ferrariden daha mutlu edecektir beni. gerçi ferrari hayal etmiyorum:) Mesela bir ev olmalı şurası böyle burası böyle felan.. Ama herşeyden önce yapılabilir olmalı.. Heveslerimiz kursağımızda değil icratımızda olmalı.. Asıl olan ''evdeki huzur, zenginlik budur''

Ben derimki mantıklı ulaşılabilir hayaller kuralım.. Ama her hayalimiz gerçekleştiğinde bir yenisine yelken açalım.. Ne dersiniz insanı daha motive eden bir yöntem değil mi?

evim güzel evim

yeni bir ev tutmak üzereyim.

insanın evini dekore etmesi iç dünyasının da dışarı yansıması sanki.
ev ile ilgili istediğim en uç nokta ne olabilir diye düşündüğüm zamanlarda motorola razor'un reklamını görmüş ve "evet işte bu" demiştim. kız telefonu kapatıyor ve bir anda evdeki herşey katlanıp birbiri içine giriyor. en son telefonu alıp gidiyor.

her cebimde taşıyabileceğim ve istediğimde istediğim yerde açabileceğim bir ev. bunu istememin temelinde hiç şüphesiz ki dev boyutlardaki ürünlerin (buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın vs.), mobilyaların yerleştirilmesi veya yer değiştirilmesinden nefret etmem yatıyor. Daha pratik olmalı diye düşüyorum, daha kolay. Çünkü hayatta özgür olmalıyım, her an ceketimi alıp giderim diyebilmeliyim.

ikeanın küçük ambalajlara sığdırılabilen mobilyalar fikrine bu yüzden hayranım. birileri çıksa ev aletlerini de bu hale getirse diyorum bazen.

laundry fikri bir çamaşır makinesi almaktan daha cazip geliyor. belki bir çözüm sayılır.
peki buzdolabı ve ocak, fırın. yemek yapmaktan haz alan biri için dışarıda yemek fikri işkence sayılır. Buzdolabı konusunda minimalist şık bir çözüm düşündüm. Bosch'un classical edition'undan bir tane getirtmek istiyorum. Ocak için gaza aleve alışmış bir milletin indüksiyonlu fırına geçişi zor olsa da elektrikli ocakların siyah seramik cam yüzeyi cezbedici. Üstelik az yer kaplayan ve pratik bir çözüm gibi görünüyor. Televizyon? bir plazma lazım ama teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki çok para harcamak ve bir sene sonra ürün fiyatının çok düştüğünü görmekten nefret ediyorum. Belki 19" bir lcd monitörlü minik kasalı bir pc alsam onu uygun bir çözümle tv olarak kullanabilsem. Güzel bir mobilyayla veya dahice bir yerleştirmeyle sıradışı bir tasarım elde edilebilir. Ses sistemi yerine (5+1) wireless kulaklık:) Sennheiser'de güzel birşeyler bulunabilir.

Tek kişilik bir ev ve tek kişilik hayat için peugeot 1007nin arka koltuklarını katladığında tüm eşyalarımı sığdırabileceğim bir proje üretmek istiyorum. Çok sade ama çok sıradışı.

Evin içine domino dizmek gibi bir fantazimde var. İlginç ve fonksiyonlu aksesuarlar bulmak lazım. Google beye çok iş düşecek bu hafta.

Ürün fikirlerinizi beklerim; maksimum fiyat/performans, tatmin edici konfor, minimum yer.

herkes neden bana bakıyor?

güzel bir pazar günü geç vakitlerde uyanıyorum. canım güzel bir kahvaltı çekiyor. gideyim şöyle sıcacık dumanı tüten bir ekmek alıyım fırından, simit falan. nefis peynirler ki peynir delisiyim (mim)..

tembel tembel esnedikten sonra üstüme elime ilk geçen tişörtü geçirip, saçlarımı ellerimle düzeltip gözüme güneş gözlüğünü takıp çıkıyorum. sahilde yürümek, biraz kalabalığa karışmak istiyorum. off bu ne kalabalık. birsürü insan sahilin tadını çıkarıyor. kimileri el ele birbirine yaslanmış, kimileri çocuklarının peşinde, yaşlılarda sakin sessiz uzaklara dalmış. bisikletler sıralanmış, havuzun orası güvercin kaynıyor. güzel bir sabah diyorum. denizde nefis. bir an atlayasım geliyor. ama bir gariplik var sanki. ben o kalabalığın içinde yürürken bazı gözler beni kesiyor. bu ne ilgi alaka:))

ilerliyorum. spor salonundan bir arkadaşım karşıdan selam veriyor. yanına gidiyorum.

- selam, naber abi
- iyidir dostum uyanamadın herhalde
- sorma geç kalktım, esniyorum hala
- ehe yok ondan diil, tişörtü ters giymişsin. etiketler sarkıyo.
- hadi ya!?#!

Cuma, Haziran 03, 2005

öbür tarafa gidip gelmek

çok sevgili bir dostum futbol oynarken artistik bir hareket denemiş. tabiki kendileri ancak bir tahta kadar esnek olduğunu unuttuğundan böyle bir "yenilik" deneme cesareti bulmuş. ama malesef feci bir şekilde tecrübe etmiş, küüt diye bir ses gelmiş sonrasında. bizimki kafayı o kadar feci çarpmış ki arkadaşları yakaladıkları gibi acile koşturmuşlar.

kendisi iki gündür yatıyor. zaman zaman kusuyormuş. kulağında sürekli bir çınlama varmış.

ama telefonla görüştüğümüzde (ki sıkça arıyorum) bir gariplik sezdim. bizim azman gitmiş bir yerlerde süt dökmüş sanki. uysal, sakin, ağır başlı. "aman tipyedicim bu akşam gel de seni kuş sütleriyle besleyim, ağırlayım" dedi. halbuki kızdığında o bir kaşık kuş sütünde boğuverirdi beni kendileri ("mübalağa sanattır")

dediki "abi öbür tarafa gittim geldim bir an", "hmm" dedim (meşhurdur, derim). "evet, birde öbür taraf var dimi."

six feet under'a gitti aklım. insan bırakın hiç alakasız bir işi cenaze işleriyle uğraşırken bile bir gün oraya konulacağını farkedemiyor, hayatı kanıksıyor, halbuki otuz sene öncesi için anlatılanlar benim için birşey ifade etmiyor. neredeydim sahi? bir anda buradayım işte, bazen derin uykumdayken rüyamda öldüğümü düşünüyorum, herhalde bu diyorum. (tipbir, bir ara bilinci ve kaynağını tartışalım, karanlık odadaki fener)

nasıl birşey olacak acaba, matrix'den uyanıyormuş gibi aniden doğrulacak mıyım, yoksa rüya kadar gerçek bir ortamda mı hissedeceğim kendimi. yokluk içinde artık varsak bu tekrar yok olmaz herhalde. kim isterki bunu düşünmeyi. birde "yaşlılar sırayla, gençler kurayla" diye bir laf duymuştum.

velhasıl kelam, ölüm çok tuhaf, hele kendi ölümünü hayal etmek.

Perşembe, Haziran 02, 2005

-Hayatıııım Değiştireyim mi Seni?

Bugünlerde hayatı güzelleştirmek adına süper fikirler atıyorlar. :)) Bu söylediğimden birileri alınabilir.. Mesela aklıma ilk olarak melih arat geliyor..:P Veya onu takip edenlerden biri olabilir.. isim vermek istemiyorum.. Siz tahmin edin.. İp ucu vereyim ''7'' :)) Aslında bu yazıyı öyle zıtlaşmak için felan yazmıyorum.. Sadece piyasada söylenen aynı nakaratın anlatmak istediğini ve bu nakarattan başka görüşlerinde olduğunu insanlara fısıldamak..:)

Şimdi gelelim müthiş sihirli fikre... Herkes biliyor bunları bide kısaca ben bahsedeyim..
  • Gidin çimenlere basın.. (belediyenin çimlere basmayın tabelasına rağmen) :)))
  • Canınız dans etmek istediğinizde kendinizi durdurmayın..
  • Gidin ata binin.. Hatta düşün kırın kafanızı..
  • Bir gun boyunca sağ elinizle yazıyorsanız o gün tüm yazıları sol elinizle yazın:)
  • Bilmediğiniz bir lokantaya gidin ve hiç denemediğiniz bir yemek yiyin.. (midenizin bozulma ihtimaline rağmen)
  • Bugün hergün harcadığınızdan çok ama çok daha fazla sadece kendiniz için harcayın..
  • Hemen karar verin ve yurt dışına iki günlüğüne gidin.. Hatta orada birini kendinize aşık edin.. Sonra o insan kendini heder etsin sizin için........... ve benzeri eşi bulunmaz tavsiyeler...
Bi bakın şu yukarıdaki tavsiyelere.. Denilirki size hayatınızda bilerek değişiklikler yapın.. Temelde değişikliğin hayatı renklendireceğidir savunulan düşünce.. Bir yerde doğrudur ama her değişiklik çokta eğlenceli olmaz veya mümkün olmaz..

Dikkat edin bunları soyleyen arkadaşların herbiri soylediklerinden bir tanesini yapma konusunda elli tane tereddüt yaşarlar.. Mesela ben bunlardan birini tanıyorum.. İsim vermicem.. Siz tahmin edin:)) Bu arkadaş bırakın bir yemeği ilginç bir yerde yemeği gittiği yerde hep aynı yere oturur:)) ''Çimenlere basın'' der ama piknik denen doğayla içiçe ortamdan kesinlikle kaçar.. Deniz kenarına gidin der.. Çünkü evlerine 150 metre uzağında marmara denizi var.. Kars taki arkadaş ne yapacak:P Farklı bir sporla ilgilen der ama sporla kendisini tanıştıran benimdir.. Hatta ilk spor ayakkabısını 22 yaşnda aldığını söylemeliyim:))))

Tamam bu kadar yeter şimdi bu sihirli fikrin doğrultusunda kendi hayatımda ufak değişiklikler yapıcam.. Sorumlusu bu fikri ortaya atanlardır..:)
  • Bir gün boyunca ,saçlarımı taramıcam..
  • Bir çocuğu haksız yere dövücem ve ağlamasına izin vermicem.. :))
  • Balkondan aşşağı tükürecem adamların kafalarına...Bakın ne kadar keyifli hale geliyor hayat..
  • Hatta heyecan katmak için kalabalık bir caddede telefon klübesine işeyecem (gerçi yapmadığım bir şey değil ankara rüzgarlı sokak:)))))) )
  • Gidip bir çin lokantasına menuden rastgele birşey seçip önüme ne gelirse bitirecem (bunu afrikada denedim ciddi bir değişiklik ama keyifli olduğunu söyliyemem:)) )
  • Biri bana hakaret ettiğinde soyunmaya başlıcam.. Devam ettikçe soyunacam.:))
  • Markette insanların market arabalarına bişeyler atıcam..
  • Farklı spor olarak rodeoyu seçip azgın bir boğaya binicem:))
Aaa gerçekten ne eğlenceli oldu hayatım... Yaw gidin Allah aşkına iş mi bu? İsmet yapmaz bu yaptığınızı.. Çimene bas felan fikir mi yaaw bunlar.. Hadi ordan.. :))

Bakın hayat insanın bakış açısını değiştirebilmesiyle güzelleşir.. Elinizdekilerinin kıymetini bilmekle güzelleşir.. Değişiklik olmayacak demiyorum.. Tabiki olacak ama bunun bir ölçüsü var.. Ben size bi kaç tavsiyede bulunayım.. Bunları değişiklik yapmış olmanız için değil sadece elinizdekilerin kıymetini anlamanız ve onları değerlendirmeniz için veriyorum..
  • Birgün boyunca üç parmağınızı birbirine bağlayın,
  • Gün boyunca sandalyeden kalkmayın tuvalet için bile,
  • Gidip yarım saat sadece bir çiçeğe bakmayı deneyin..
  • Birgun sadece anneniz için yaşayın..
  • Fakir bir insanla saatlerce konuşun..
  • Yemek yerken bir kere olsun kafanızı kaldırıp sofrada olanlara bir bakın...
  • Yağmurda ıslandığınızda şikayet etmeyin..
  • Tv de insanları seyrederken insanların gözüne bakın ve düşündüklerini tahmin edin.......daha sayıyım mı?
Demek istediğimi anlattım zannediyorum.. Lütfen önce elimizdekilerin farkına varalım.. Genç olduğunuzu düşünün ve bunu doyasıya hissedin... Hayata başka insanların gözleriyle bakmayı öğrendiğinizde kesinlikle hayatınızdan dayanılmaz bir keyif alacaksınız.. Bu tavsiyem tutmazsa gelin bana..

Birde şunu ekliyim... Gidin bir dağın eteklerine ve sevdiğiniz insanın ismini sesiniz kısılasıya haykırın.. Bunuda yaptım.. Şiddetle tavsiye ederim... Bu son tavsiyem eleştirdiğim fikin ekmeğine yağ sürsede varsın sürüversin.. Mutluluklar arkadaşlar:)

iş yerinde aşk

yine bir işyerinde mesafe-samimiyet çıkmazı yazısı okuyacaksınız.

hayatınızın en önemli dilimi iş yerlerinizde geçiyor. iş arkadaşlarınızla diğer tüm tanıdıklarınızdan daha fazla zaman geçiriyorsunuz. bu durum ise konumunuza göre onları yakından tanıma şansını veriyor. üstelik saha elemanı değilseniz kafesteki bir kuş misali birbirinizden başka kimseyi görmüyorsunuz. iş yerinde de erkek ve kadınlar yani ateş ve barut bir arada bulunduğuna göre bir anda kıvılcımların çakması işten bile değil.

eski çalıştığım firmada "patronun" emri doğrultusunda çalışanlar arası aşk hayatı yasaklanmıştı. Ama küçük oğlu dahi bu konuda "sevenleri ayıramazsın baba" diyerek türk filmi tadında dakikalar yaşatmıştı. Sonuç oldukça ilginçti. Bekarlar hala bekardı ve firmada evlenme oranları son derece düşük kaldı.

Şu an çalıştığım yerde ise tam tersi bir politika var. Listelerde her soyadından bir erkek bir kadın olmak üzere ikişer adet görüyorsunuz. Bu bana da bir mesaj vermiyor değil. (Kızların buradan evlenilecek, evlen emrini almışlar gibi bakışları bazen korkutuyor)

Ama diğer yandan çeşitli nedenlerle iş yeri içerisinde ilişkinin iyice analiz edilmeden düşünülmemesi gerektiği kanısındayım.

Bir erkek gözüyle dezavantajları ve avantajları sıralayalım. Akabinde sonuçları tartar ve hep birlikte bir karar veririz.

Avantajlar: Müstakbel eşini her istediğinde görmen mümkün,
Dezavantaj: Eşinin seni her aradığında bulması mümkün, kaçış yok.

Avantaj: Aynı iş yerinde iş odaklı sorunlar ve problerin üstesinden birlikte gelinebilir, her istediğinde derdin paylaşılır, anlaşılır.
Dezavantaj: Eşin bir kadınla her bozuştuğunda (ki her hafta birileriyle bozuşur) seninde diyaloğu kesmeni bekler, dolayısıyla kocasıyla da bozuşulur:))

Avantaj: Şirketin ekstralarından birlikte (iki kez) yararlanmak mümkün
Dezavantaj: Eşin aldığın her ekstradan haberdar ve harcayacağı yeri şimdiden belirlemiş bile.

Avantaj: Eşin emin ellerde, kimsenin ona yan bakması bile söz konusu olamaz.
Dezavantaj: Şirketteki bir bayana tebessüm bile etsen akşam yiyecek bir dolu fırça seni bekler.

Sonuç: Erkek açısından dezavantajlı, kadın açısındansa her açıdan avantajlı;) şimdi bakışları daha iyi anlıyorum..

ben bir garip robotum

yemekten kalanları bulaşıkhaneye giden hareketli platforma bırakmaya gidiyordum.

insanlar ellerinde içi boşalmış tepsilerle sıra olmuş bekliyorlar. diğer tarafta da yemek almak için gelenlerin sırası. bazıları arada konuşuyor ama masalarda herkes pür dikkat yemek yiyor.

yapılanların sıradanlığı ile ilgili bir post olacak bu. hayatı sıradanlıktan çıkarmak tabiki durup bir anda masanın üzerine çıkıp oynamak değil. ama kendimiz için küçük süprizler yapmakta güzel olurdu.
  • mesela her yemekte veya sonrasında daha önce hiç denemediğimiz bir ürün almak raftan.
  • haftada veya iki haftada gazetelerin sıralandığı raftan daha önce hiç okumadığımız bir gazete ve bir dergi almak.
  • dostluklarımızı taze tutmak, ayda en az bir günü tamamen arkadaşlarımıza ayırmak.
  • her ay daha önce hiç gitmediğimiz bir yere gitmek. yepyeni bir yemek denemek.
  • her altı ayda bir şehir/ülke dışında bir kaçamak yapmak. herkesin bahsettiği ama hiç görmediğimiz yere çılgınca, ani bir planla kaçıp en azından bir gün geçirmek.
  • daha önce aklımıza bile gelmeyen bir sporu bir kez olsun denemek, en azından özel tabirlerini öğrenmek.
  • her hafta daha önce hiç seyretmediğimiz eski/yeni bir film seyretmek. ama illaki deniz kenarında biraz vakit geçirmek, çimlere basmak, temiz havayı içine çekmek. (e bunların bazılarını yapıyoruz, kalanlarıda hep aklımızda; ama planlayıp bir checklist oluşturmazsak kendimize bir görev olarak yazmazsak unutulup silinecekler)
yoksa robotlardan ne farkımız kalacak, zaman su gibi akıyor.
bu ara çok yerde insanların hayatın gürültüsünden bıktığını okuyorum, herkes kaçmak istiyor, kendi dünyamızı kendimize açık hapishane yapmışız. şimdi davranıp birşeyleri değiştirmezsek bir daha asla değiştirmeyeceğiz.

Bu Soru Bizimdir Bizim Kalacak..

Hayatımızı yaşarken çok sık kullandığımız cümleler ve sorular vardır.. Bunlardan dikkatimi celbeden (nasıl birşeyse bu) biri de ''hiç mi yok? '' sorusudur..

Şimdi bir düşünün yok olan bir şeyin ''hiç'' i nasıl olabilir.. Yani birşey ya vardır ya yoktur.. Ama bizim insanımız bu soruyu kullanır. Çünkü bilirki bu sorudan sonra ''evet biraz var ama...'' gibi bir cevapla karşılaşma ihtimali vardır:)

Yani demek istediğim, bizim insanımız sote denilen gizli bölmeye mutlaka birşeyler koyar ve yokmuş gibi hareket eder:)) Onun içindirki her zaman bir şeyler vardır.. Tedbirli insanlarız vesselam..

Vatandaş: Abi biraz borç verirmisin?
İsmet : Valla yok yaa.. olsa canım feda..
Vatandaş: Abi hiç mi yok? (kritik soru)
İsmet : Var ama.............(soruya sebep olan muhteşem cevap)

Gördügünüz gibi ismet yadırgamadı soruyu:))) Aslında komik olan budur.. Ben bunu farkettikten sonra bilerek insanlara soruyorum çok eglenceli oluyor.. Size eski iş yerinden bir kaç diyaloguma örnek vericem.. Ama muhatabım zeki biriydi espriyi yakaladı.. İşte dialoglar;

-Hatice hanım bana fax geldimi?
-Hayır
-Hiç mi gelmedi? *
-Aaa evet bir kaç satır gelmiş:))))

-Hatice hanım Mustafa bey odasında mı?
-Hayır yok..
-Hiç mi yok? *
-Aa evet kolu burdaymış efendim:)))

Ben bu sorunun bizim insanımıza ait olduğunu düşünüyorum.. Bu soru bizimdir bizim kalacak... Kesinlikle komik bir soru.. Sizde sorun sizde eğlenin.. Deneyin vazgeçemeyeceksiniz..

Çarşamba, Haziran 01, 2005

Muhabbetin Harareti

Dün bir arkadaşımla buluştum.. Eski iş yerinden uzun zamandır görmek isteyipte bir türlü sudan sebeplerle buluşamadığım biri.. Bu durumda bir çok insan var bence.. Yani hep bir araya gelmeyi isteyipte her telefon konuşmasında abi kesin görüşelim, harbi çok özledim denilip bir türlü görüşemediğimiz kıymetli insanlar topluluğu:)

İşte onlardan biriydi.. İşin güzel olanı hiç buluşma planı yapmadan anlayamadığımız bir şekilde mesai saatleri içinde hafta içi görüşmemiz söz konusu oldu dün.. Bir bakıma imkansızı başardık.. Bazen plansızlık planlı yapılan işlerden daha başarılı olabiliyor.. Neyse..

Biz buluştuk ooo harika hemen muhabbete başladık.. Bir yandan yürüyoruz bir yandanda hararetli hararetli eski iş yerini çekiştiriyoruz.. (Çok keyifli). Kaldırımda giderken kesinlikle çok kalabalık, yer yer kazılmış ama hiç bir şey bizim muhabbeti bölmesi için engel değil..

Derken sadece tek kişinin geçebileceği bir yere geliyoruz.. Ben hemen geçiyorum. Arkadan yanıma elinde çantasıyla arkadaşım geliyor ve ben tekrar pause a basıp muhabbete kaldığım yerden devam ediyorum.. Bir ara arkadan ''hayır hayır'' diye bir sesle irkiliyorum.. Arkama şöyle bir baktığımda arkadaşım hızlı hızlı bana doğru geliyor.. Bir an kendime gelip yanımda arkadaşım zannettiğim amcaya bakıyorum:)) Saolsun beni baya bir dinledi.. Hemde hiç itiraz etmeden:))) Konunun sonunu merak etmişmidir bilemem ama ben gülmekten arkadaşada atlatacağımı unutmuştum..

Buna benzer olayları tipyediyle de yaşamıyor değilim.. Bir alışveriş merkezinde muhabbet ederek gezerken bir bakıyoruz dışarı çıkmışız ve içeriye ait hiç bir şeyi hatırlamıyoruz ikimizde:)) Muhabbet ederken fazlamı kaptırıyorum sizce? sizede oluyor dimi? nolur oluyor diyin:P

bir reklamın düşündürdükleri

hayatınızın herhangi bir döneminde yaşadınız mı bilmiyorum,

bazen bir şarkı duyarsınız; yolda yürürken bir kapının arasından sızar, televizyonda bir reklamın arkasında çalıyordur, arabada radyoları karıştırırken bir anda karşınıza çıkar ama bir daha hiç duyamazsınız. o kadar hoşunuza gider ki içinizde kalır. aradan uzun zaman geçer, bir yerde onu duyarsınız; evet işte bu, hayatımda duyduğum en güzel şarkılardan biriydi. çok iyi hatırlıyorum dersiniz, yine kaybolur gider.

içimde böyle birikmiş 4-5 şarkı var. ne nerede duyduğumu hatırlıyorum, ne de mırıldanabilirim. tadı damağımda kalmış ama ikinci ısırığı alamadığım nefis bir browni gibi.

hülasa; yeni vw polonun reklam müziğide bunlardan biri olsun istemiyorum. azimliyim bulacağım;)

icatlar, mucitler ve niyaziler

bir sonraki postta okuyacağınız tipbir'in yazısı kafamda türlü türlü çağrışımlar yaptı.

ama en ilginci bir olayın bulunması ve gelişmesiyle ilgili süreç.

efendim, bugün çorba içebiliyorsak, ayakkabılarımızı giyebiliyorsak bunun altında nice verilmiş canlar, nice niyaziler vardır gibi geliyor.

sizi çook gerilere götürücem. ilk insanlar.

mesela bir adada gözlerinizi açtınız. o adadaki ilk insanlardansınız. daha öncesinide hatırlamıyorsunuz. garip duygular sarıyor. sizden bir takım sesler geliyor. bunun bir mide olduğunu, guruldadığını ve bununda yemek yemeniz gerektiği anlamına geldiğini nereden bileceksiniz? kim bilir nice canlar acıkınca yemek yemek gerektiğini anlayana kadar telef oldu.

gözleriniz ağırlaştı, üstünüze bir ağırlık çöktü. ama uzanmanız gerektiğini ve gözlerinizi kapamanız gerektiğini bununda adının uyku olduğunu ne bileceksiniz? düşünsenize mesela uyumayı keşfedememiş tipler, karanlık oldu gözleri ağırlaşmış bunun üstesinden gelmek için türlü türlü şeyler deniyorlar. belkide uykuyu keşfettikten en az 50 yıl sonra gece uyumanın daha iyi olduğunu keşfettiler.

ilk insanlar için herşey deneme yanılmayla. hakkı abi ben şurdan aşağı bırakıcam kendimi bakalım noolucak, huoop. anaa cezmi hareketsiz yatıyo. demekki bu mesafeden aşağı atlamamamız lazım. dostum kazım, şu kıvrılan tıslayan şeyi boynuma asacam. tıssss. aa buda gitti. bu kahverengi yumuşak şeyde ne. bi ağzıma atayım. öyk:)) ya ateşin bulunması vs. abi şurda kımıl kımıl bişey var sarı renkli. gökten bi ışık düştü yere öyle çıktı. aa gidip içine atlayalım bakalım noolcak. cosss..

bunları düşündükten sonra çorbaya bakışım bile değişti. kim bilir ne denemeler ne kayıplar sonunda bugün bir tas sıcak çorba içebiliyoruz;)